Oldu da bitti maşallah da, Devran dönünce ne olacak?
Haklı olduğunu varsaydığı haksızlıklarını bile gözümüze sokmaktan çekinmeyen…
Adil olduğu zannıyla yol açtığı adaletsizlikleri bile meydan meydan savunan…
Mağrurluklarını bile mağduriyet diye pazarlamaktan utanmayan…
Nice cinayeti "kaza" diye savunmaya ve dahi "fıtrat" diye kutsamaya kalkışan…
Menfaati icap ettiğinde, dün savcısı olduğu davanın avukatından çok avukatlığına, dün avukatı olduğu davanın savcısından çok savcılığına soyunmakta tereddüt etmeyen…
Aklımızla pekala kafa bulabilen…
Vicdanımızı hoyratça kanırtabilen…
Gözümüzün içine baka baka değerlerimizle, hassasiyetlerimizde hatta kayıplarımızda bile alay edebilen…
Bu iktidar…
Perde arkasına hiçbir art niyeti, hiçbir gizli hedefi, planı, projeyi gizlemediği, doğruluğuna sonuna kadar inandığı, milletin sahiden de hayrına olan bir iş yapacak da onu davulla zurnayla duyurmayacak…
"Allah rızası için" yapılan yardımları bile afişe edecek kadar özensiz ama sahiden de "hayati bir ihtiyacı, topumsal bir beklenti"yi karşılıyor olacak da bunu bir gece ansızın, sessiz sedasız ve kaçar/dikkatten kaçırırcasına yapacak…
Hadi oradan!
Buna kim inanır?
***
İnfaz yasa teklifinin, Ceza Yasası'ndaki infaz uygulamasının yeniden düzenlenmesiyle ilgili 48. Maddesi'nin "istisna"larının, değişikliğe bir "gece yarısı önergesi"yle, -yine- oldu bittiye getirilerek dahil edilmesi bile, tek başına bir gösterge;
Bir iş var bu işin içinde.
İş ki, Murat -birileri çalıp çırptıklarını afiyetle yerken- ağızlarının tadını kaçıramasın, haram lokmaları boğazlarına dizemesin yazdıklarıyla. İş ki, Barış'lar ayaklarına dolanmasın fazla. Yoksa dert istihbarat güvenliği, devlet sırlarının gizliliği filan olsa, kim bu devletin "Kozmik Oda"sına elini kolunu sallaya sallaya girebilirdi Allah aşkına!
***
Barış (Pehlivan) haklı;
Aklında adalet yerine adam kayırma olsaydı önceki günkü infaz piyanosu ona da çıkacaktı. Elinde kalem yerine bıçak olsaydı yine çıkacaktı. Masasında kağıt yerine tomar tomar para olsaydı, ohoo ışık hızıyla hem de…
Adaletten, kalemden, kağıttan nasıl korktuklarının tescili bu yaptıkları.
Bir de tabii gözdağı;
Size de çıkabilir hıı!
***
Becerdiler -şimdilik- "gazeteciler" çıkamıyorlar; hüküm giymeden hapse mahkum ediliyorlar; ve göz göre göre hastalığa; insafsızca.
Ama işte tarih boyunca tekerrür edeni unutuyorlar;
"Devran"ın da dönmek gibi bir huyu var.
O gün geldiğinde ne yapacaklar?
Daha iyi bir örnek bulunamazdı!
Önceki gün Yavuz Donat yazdı; Adalet Komisyonu Başkanı Hakkı Köylü, İnfaz Yasası'nda yaptıkları değişikliklere, "Vergi usulsüzlüğünden yargılanan eski Başbakanları Silvio Berlusconi'yi hapse atmayan İtalya"yı örnek göstermiş.
İtalyan hakim Pasquale Nobile De Santis, "takdir hakkı"nı kullanmış ve hakkında, Amerikan filmlerinin alım-satımında vergi kaçırmaktan, kesinleşmiş 1 yıllık hapis cezası bulunan Berlusconi'nin, cezasını "aynı süre boyunca Sacra Famiglia huzurevinde sosyal hizmet"te bulunarak çekmesine karar vermişti.
İktidarın, neden bu örneği bu kadar sevdiğini ve benimsediğini tahmin etmek güç değil; mevzu bahis "beka" sonuçta da umarım bu kadarla kalmıştır İtalya'yı rehber edinmeleri kendilerine.
Mazallah, ya korona virüs konusundaki yol haritaları da "İtalya örneği"yse!
Bindik bir alamete…
İşin aslı pek de öyle olmasa da, hakkımızda hayli kaygı verici çıkışlarını bulunsa da, bizim iktidar dalkavuklarına göre Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye'nin korona virüsüyle mücadelesini yere göğe koyamıyor ya…
Bir çocukluk anısını hatırlatmış bu hal Gültekin Çavuşoğlu'na:
"40-45 yıl önce… Daha yeni yeni araba kullanıyorum. Akraba ziyareti için Doğubeyazıt'a gittik. 40 yıllık şoför olan eniştem, "Dönüşte teyzenle beni de alır mısın" dedi. Zaten hırdavat dolu olan araçta 6 kişi olmamıza rağmen, saygıda kusur etmemek için "Olur" dedim.
Ben, eniştemin yanında araba kullanıyor olmanın heyecanı ve korkusu içindeyken, eniştem her virajda takdir yağdırıyordu bana.
İçin için "Ben neymişim be" demeye başladım.
Ağrı-Hamur arasında, bir yanı uçurum olan tehlikeli viraja yaklaştıkça, eniştemin "Maşallah"ları iyice arttı.
Sağ Salim eve vardık ama düşünmekten gözüme uyku girmedi o gece:
- Ben o kadar takdiri hak ettim mi?
Sabah ilk iş enişteme de sordum:
- Arabana binmekle hata etmiştim. Her viraja girdiğinde korkudan dizlerimin bağı çözülüyordu; yanlış bir şey yapma diye övüyordum öyle seni!"
Ne dersiniz, bizimki de bu nevi bir "ver coşkuyu" hikayesi mi?