Oku, anla ve gereğini yap!

Dünkü yazımızda Kur’ân’ı okumada “tecvitten tertile” yani dilin okumasından gönlün ve aklın okumasına geçemediğimiz ve anladığımızın gereğini yapamadığımız için ümmet olarak başkalarının şamar oğlanı haline geldiğimizi söylemiştik.
Görünen o ki bu bahiste birkaç kelâm daha etmemiz elzem oldu. Hepimizin malûmudur ki yeryüzünde en çok basılan ve en çok okunan kitap Kur’ân’ı Kerim’dir. Kaç milyar adet basılmıştır, ABD’den Japonya’ya her gün kaç yüz bin hatim indirilmektedir, yalnızca Allah(c.c.)’ın bildiği bir şeydir.
Peki, o zaman Müslümanlar niye bilimde, teknolojide, ekonomi ve askerî varlıkta, sosyal adalette, iş güvenliğinde, sevgi ve saygıda, velhasıl insanî her konuda sefaletin dibini boylamış durumda? Çünkü, Kur’an’ı dil okuyor, hatta o dil bile çoğu zaman ne okuduğunun farkında değil. Siz hatim yapan birinin kendisi için lanet okuduğuna inanabilir misiniz? Akıl alır gibi değil amma, bazen bu tam da böyle olur. Kişi büyük bir şevkle hatim indirir amma faizde parası vardır, yani Allah’la savaş halindedir.
Örnekleri çoğaltmaya gerek yok. Tabii Kur’ân’ı Kerim’i değil okumak, yüzüne bakmak bile sevaptır. Amma “Oku” diyen Allah(c.c.)’ın muradı bu değildir. Şimdi bir seferberlik ilân edilse ve yeryüzündeki bir milyar insan işi gücü bırakıp hatim indirmeye başlasa ve bunu yıllarca sürdürseler Allah bilir, on yıl sonra bugünkünden çok daha beter bir halde olurlar. Çünkü fabrikalar çalışmamış, tarlalar ekilmemiş, asker talim ve terbiyeyi bırakmış, her şey şeytan ve düşman için olgun hale gelmiştir.
Sahabe “okuyor” , “anlıyor” ve “gereğini” yapıyordu Kur’anı okuyup ağlayan, ağladıkça okuyan Hz. Ebubekir’in bugünkü miktarlarla yaptığı infak 1,5 ton altına tekabül ediyormuş. O ve arkadaşları bununla yetinmediler, mallarını, mülklerini terk edip hicret ettiler, Medineliler tanımadıkları bu insanlara din kardeşlerimizdir diye ev, bağ ve bahçelerinin yarısını hatta daha fazlasını gönül hoşluğu ile verdiler. Bu öyle kolay bir iş değil. Bugünkü Müslüman, kendi kardeşini bir karış tarla için öldürüyor, anne babasını dövüyor.
Onlar şehit olmak için her fırsatı değerlendirdiler, ektiler, biçtiler, ticaret yaptılar, vakfettiler ve Afrika’nın her noktasından Asya ve Avrupa içlerine kadar inandıklarının gereğini yapmak için Mekke ve Medine’yi terk ettiler. Böylece kısa sürede büyük ve âdil bir devlet kurdular. Hz. Eyyub el Ensari 80 yaşının üzerinde deve üstünde binlerce sahabe ile birlikte Kur’an’ı okuduğu, anladığı ve anladığı gibi amel ettiği için İstanbul’a geldi. Hala Sultan, dişi tırnağı dökülmüş yaşta bunun için Kıbrıs’a çıkanlar arasındaydı. Müslümanlar bu anlayışla Ömer Bin Abdülaziz döneminde İspanya’ya çıktılar.
Hz. Aişe Validemiz Peygamberimiz için, “O, yürüyen Kur’ân’dı” diyor. Peygamberimiz infakta birinciydi, komutanlıkta en öndeydi, en iyi kılıç kullanandı, en iyi eş, en iyi baba, en dürüst tüccardı. Kısaca O, hayatın her alanında en aktifti. Bizler ya hiç okumayan ya, “okuyan” ve okuduktan sonra “oturan Kur’an” olduk. Allah(c.c.) mutlak adildir, oturana değil, dinine ve ırkına bakmaz, çalışana verir.
Biz yemeğe “Euzu besmele” çekerek başlarız. Böylece şeytan, yediğimizle beslenemez. İyi de sen her lokmada Euzu çeksen, sofrandaki haramsa Besmele ile helâl olur mu? Komşun aç ise, sen de tıka basa yersen Besmelenin idrakinde sayılır mısın? Besmele çekip yemeğini yerken, bu nimetleri üretenler ve o kişileri yaratanın farkında değilsen, çalıştırdığına yediğinden yedirmeyen biri isen, yani cahiliye döneminin köleliğine sahip çıktı isen, sen, ben Besmele’nin neresindesin, neresindeyiz?
Kısaca, anlatmaya çalıştığımız buydu. Bugün, kendimizin de yapamadığı bir şeyi yazdık, Rabbim bizi affetsin ve söylediğini yapabilenlerden eylesin. Amin.

Yazarın Diğer Yazıları