Odatv'ye sinsi taarruz!..

Yaşananlar gösteriyor ki, geçmişten hiç ders almamış bazıları... O karanlık günleri hortlatma çabası mı var birilerinde?..

Evlere çarpı işareti konulan, karanlıklarda pusu kurulan, kızların bacaklarına kezzap atılan ve karmaşa seslerinin kuytularda yankılandığı o karanlık günleri anımsatmaya mı çalışıyor kimileri?..

"Batman'da dün kimse öldürülmedi" başlıklı haberlerin yerel gazetelere manşet olduğu günlerde en çok hedefe konulanlar ne yazık ki gazetecilerdi...

Onlarca gazeteci öldürüldü Güneydoğu'nun o karanlık günlerinde... Hüseyin Deniz, Halit Güngen, Kemal Kılıç, Namık Tarancı ve diğerleri...

Aralarında Uğur Mumcu'nun da bulunduğu 22 gazetecinin öldürüldüğü 1992-1993 arasında Güneydoğu'yu cehenneme çeviren ve basın mensuplarını görev yapamaz hale getiren örgüt Hizbullah'tan başkası değildi...

Medyaya "Hizbulkontra" sözcüğünün yansıdığı her gün bir gazeteci öldürülüyordu bölgede...

Cinayetlerin yöntemi hiç değişmiyordu; Takarov tabancalarla ensesinden vurulan gazeteciler ve bir türlü bulunmayan tetikçiler...

Medya fail olarak sürekli Hizbullah'ı gösteriyordu ama gazeteci cinayetlerinin perde gerisini aralayacak bir devlet otoritesi yoktu ortada...

Ta ki Hizbullah'ın çöküşe sürüklendiği 17 Ocak 2000'deki Beykoz operasyonuna kadar...

Örgüt lideri Hüseyin Velioğlu'nun öldürüldüğü operasyonun ardından 5 binden fazla militan yakalandı ve Hizbullah önce çöküşe girdi ardından da siyasallaşmaya yöneldi...

Terörün gazetecileri hedef aldığı o günler unutulmuştu ama son günlerde yaşanan bir vahim olay 1992-93 dönemindeki ürkütücü havayı yeniden gündeme getirdi... Medyanın tehdit, sansür, reklam ambargosu ve yandaşlaşmayla bertaraf edildiği bir dönemde, Odatv'ye yönelik kıskaç, bağnaz kitleleri galeyana getirerek yeni bir susturma yönteminin devreye sokulduğunu akla getiriyor!..

Rastlantı mı yoksa planlı bir gözdağı mı bilinmez ama gazetecileri hedef alan yeni tehdit bir kez daha Hizbullah'ın yayın organı üzerinden yansıdı kamuoyuna...

Örgütün ajansı İLKHA'ya açıklamalarda bulunan Siirt müftüsü Ahmet Altıok'un tehdit içeren açıklamalarını Hizbullah yandaşları şu satırlarla duyurdu;

"Her fırsatta İslam'a olan kinini kusan ve Peygamber Efendimize hakaret etme cüretini gösteren Oda tv'ye tepki gösteren Siirt Müftüsü Ahmet Altıok, Kur'an ayetlerini birbiriyle çelişkili göstermeye çalışanların, Kur'an'dan bihaber olduğunu ve bir tahribat kampanyası başlattıklarını belirtti."

Hizbullah'ın ajansı, müftü Altıok'un şu sözlerini özellikle manşet yaparak tehdidi öne çıkartmaktan da kaçınmamıştı;

"Charlie Hebdo'nun yaptıkları yanlarına kâr kalmamıştı!.."

Müftü kime hizmet ediyor?..

Hizbullah'ın gazetecileri katlettiği 1993'ten bu yana geçen 25 yılda Güneydoğu'yu kaosa sürükleyen bir karanlık tehdit dalgasını yeniden gündeme getirmek ciddi bir tehlikeye işaret ediyor...

Odatv'yi "din karşıtı" göstermek nasıl bir ahmaklıksa, tehdit içeren vahim açıklamaların devletin müftüsü tarafından dillendirilmesi ve adı Hizbullah'la anılan bir ajans üzerinden yayılması da o kadar dehşet verici...

Son günlerde siyasetçilerin, mafya babalarının ve gazeteci kılıklı tetikçilerin muhalifleri tehdit ettiği bir süreçte, Odatv'yi hedef tahtasına koymanın perde gerisinde bir başka gaflet daha var...

Adalet ve İçişleri bakanlıkları, örgütlerin yayın organları üzerinden medya kuruluşlarını ve gazetecileri tehdit eden devlet görevlilerinin bu pervasızlığına nasıl göz yumuyor ve duyarsızlık hangi amaca hizmet ediyor acaba?..

Hizbullah'ın kuytulardaki tetikçileri, toprağa gömdükleri silahları çıkartarak Odatv'ye ya da çalışanlarına yönlendirirse, böyle bir saldırının tek sorumlusu elbette Siirt Müftüsü olmayacaktır...

Evet; Gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın Selefî ideolojisinin İstanbul karargahında IŞİD özentilerince katledilmesine tepki gösteren AKP iktidarının Hizbullah'ın yayın organı üzerinden Odatv'ye yönelik saldırıya sessiz kalması dehşet verici bir başka çelişkiyi oluşturuyor...

Devlet-örgüt hattında cinayetlerin işlendiği 1990'lardan 25 yıl sonra devlet-örgüt ilişkisinde tehditlerin hortlatılmasını hafife almak umarım ülkeye yeni kaoslar yaşatmaz!..

ABD'nin yeni taktiği!..

Dinci terör, bağnaz tehdit demişken dış dünyaya da sorularla göz gezdirelim...

Emperyalizmin küresel teröre bakış açısı değişiyor mu?.. ABD, Suriye hezimetinin ardından Orta Doğu ve Afrika politikasını yeniden mi şekillendiriyor?..

Bu sorulara yanıt vermeden önce "Taliban ile IŞİD Afganistan'da birbirleri ile savaşırken Amerika'nın araya girdiği"nden yakınan ABD Başkanı Trump'ın şu açıklamasına odaklanmak gerekiyor;

"Taliban bizim düşmanımız, IŞİD düşmanımız. Geçen hafta generallere de söyledim. Taliban ile IŞİD'in çatıştığı bir alan var. Orada birbirleriyle çatışıyorlar. Onlara (generallere) 'Neden birbiriyle savaşmalarına izin vermiyorsunuz? dedim. 'Biz neden araya giriyoruz? Onlar bizim düşmanlarımız, bırakın savaşsınlar.' dedim... Bırakın savaşsınlar!.."

Trump'ın bu açıklaması Suriye hezimetinin ardından yorulan ABD hegemonyasının dinci terörle ilgili politikasını değiştireceğinin işareti olarak yorumlanabilir...

Ancak Trump'ın açıklamaları bundan ibaret değil...

Petrol zengini bir ülke liderinin ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi durumunda Taliban'ın ve terör örgütlerinin bölgeyi ele geçireceğinden yakındığına dikkat çeken Trump, ismini vermediği lidere bunun maliyetinin neden ABD'ye ödetildiğini sorduğunu, o liderin de Afganistan'daki operasyonlara destek sözü verdiğini söylemiş...

Trump'ın açıklamalarından şu da anlaşılıyor;

ABD dinci örgütleri birbirine kırdırarak hem terörü bertaraf etmeyi planlıyor hem de bunu yaparken petrol şatafatında yaşayan krallardan rant elde etmeye devam edeceğini gösteriyor...

İşte bazen "bir taşla iki kuş" vurmaya da emperyalizm denilebiliyor...

Yazarın Diğer Yazıları