O senin baban değil!
Güler yüzlü sempatik çocuk çok mutludur. Babası tarafından sunulanlar onun 10 yaşına kadar rüya gibi bir hayat yaşamasını sağlamıştır.
Bir gün annesi ve babası tartışır ve soluğu boşanmak için mahkemede alırlar.
Çocuk üzgündür. Anne ve babası tek celsede boşanmıştır. Anne, çocuğu elinden tuttuğu gibi çeker alır babasından. Sonra çocuk ağlayarak babasına doğru koşmak ister ama annesi kolundan tutarak ona engel olur.
“Babama gitmek istiyorum” diyen çocuğa annesi bir anda gerçeği haykırır:
“O senin gerçek baban değil oğlum!”
Meğerse çocuğun babası o zengin adam değil beş parasız evin kahyasıymış.
Bu satırlar Türk sineması tarafından en az 100 filmde kullanılmış repliklerdir.
Türkiye bu senaryo ile çevrilen filmleri yıllarca seyretti, üzüldü ve ağladı.
Başımıza geldi
Türkiye, artık eski Türkiye değil. Hele bir yıl önceki Türkiye hiç değil.
Türkiye’de her şey değişti.
Hayatımızı köklü değiştiren ise ekonomideki gerçekler oldu. Son 10 yıldır elin Amerikalısının bize faizle verdiği para tıpkı o Türk filmlerindeki çocuğunki gibi lüks bir hayatı yaşattı. Amerikan Merkez Bankası FED, Türkiye’ye acı gerçeği hatırlattı.
“O para sizin değil, benim!”
Türkiye’de her şeyin yalan olduğu bir anda ortaya çıktı. Önce, filmdeki çocuğa zengin bir hayat sağlayan adam gibi bize de lüks hayat sağlayan evler, arabalar almamıza, lüks tatil köylerinde tatil yapmamıza neden olan Amerikan Doları gitmeye başladı. Merkez Bankası’nın ağzına kadar dolu olması ile övündüğümüz döviz rezervimizin aslında bizim olmadığını gördük. Şu an Merkez’in kullanabilir döviz rezervi son bilançoya göre sadece ama sadece 33 milyar dolar. Bu para Amerika’da bir telefon şirketinin 1 yıllık kârına eş değer oranda neredeyse.
Amerikan dolarları ülkemizi terk etmeye başlar başlamaz fakirleşmeye başladık. Türkiye’de hayat birden pahalılaşmaya başladı. Akaryakıta gelen zamlar iğneden ipliğe herşeyin fiyatının artmasına neden oldu.
Türkiye’de artık yeni bir dönem başladı.
Bu dönemin adı yoksulluk ve sıkıntı olacaktır.
Halkı bekleyen en büyük tehlike ise işsizlik olacaktır. Bizi yöneten siyasiler döviz kurlarındaki artışın ülkeyi nasıl bir riske götüreceğini maalesef saklıyorlar. Bir bakan “vatandaşın döviz borcu yok, fazla etkilenmez” diyor.
Evet vatandaşın geçmiş krizlerdeki gibi döviz borcu yok ama çalıştığı şirketin döviz borcu var.
Özel sektörün şu an için 270 milyar dolar döviz borcu var. Dövizdeki her kuruş artış, bu şirketlerin zarar etmesine neden oluyor. Kurların daha da artmasıyla birlikte bu şirketlerin bir çoğu ya batacak ya da sıkıntıya düşerek küçülmek zorunda kalacak.
Bu da bankalardan tutun da büyük sanayi şirketlerine kadar döviz artışından etkilenecek binlerce şirketin, yüz binlerce çalışanını kapının önüne koyması anlamına gelecek. AKP’nin iktidara geldiği günde doğan çocuklar belki de o Türk filmindeki çocukla aynı psikolojiyi yaşayacak.
Anne ve babasının işsiz kalmasıyla birlikte, oturdukları evin aslında kendilerinin değil krediyle aldıkları için bankanın olduğunu öğrenecek. Banka bir çırpıda onu geri alacak. Çünkü Türkiye’de son 5 yılda satılan konutların yüzde 70’ine yakını banka kredisiyle alındı. İşsizlikle birlikte ödenmeyen kredilerde patlama bekleniyor. Zaten şu an için bankaların net takipteki alacakları 7 milyar liraya dayandı. Bu rakam son üç ayda hızla yükselmeye başladı.
Dedim ya artık Türkiye acı gerçeği görmeye başladı. Daha büyük gerçekler ise böyle devam etmesi halinde ilk üç ayda karşımıza dikilecek.