O halde, ya kurtuluş, ya kurtuluş…
Bugün birçok yerde duyup, okuyacağız bu cümleyi; Atatürk''ün "Millî varlığı sona ermiş sayılan bir milletin istiklalini nasıl kazandığını" anlattığı, Türkiye Cumhuriyeti''nin "doğum belgesi" niteliğindeki büyük nutkunun girişi şöyleydi:
- 1919 yılı Mayısının 19. Günü Samsun''a çıktım…
Öyküneceğiz…
*
Devamında, yine O''nun aktardığı şekliyle, günün ahval ve şeraitini hatırlayacağız; bir keskin keder kaplayacak içimizi:
- Yorgun ve fakir millet…
- Kendi hayat ve rahatından başka bir şey düşünmeyen, bunları kaybetmemek için her türlü alçak tedbire başvurabilecek kadar soysuzlaşmış bir iktidar…
- İçi boşaltılmış, eli kolu bağlı bir ordu…
- Besleme bir basın…
- Kendi özel hedefleri için örgütlenen irili ufaklı gruplar, cemaatler, azınlıklar…
- Fonlanan mensuplar, muhipler…
- Millî varlığa düşman kuruluşlar…
Yerleşecek böğrümüze gamlı baykuşlar…
Özdeşlik sobeleyeceğiz…
Dibine kadar içselleştireceğiz bir devrin gaflet ve ihanetini…
*
Orada bırakmayalım ruhumuzu olur mu?
Tarihin tekerrüründen hayıflananlar kulübü faaliyetlerine ara versin bugün…
Dağıtalım millî efkarı…
Zira, çok değil sadece birkaç sayfa sonra "Bu durum ve şartlardan kurtuluşun yolu":
- …İçinde bulunduğumuz o tarihte, Osmanlı Devleti''nin temelleri çökmüş, ömrü bitmişti. Osmanlı ülkesi tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk''ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da paylaşımını sağlamaya çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun istiklali, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi anlamı kalmamış boş sözlerden ibaretti.
Neyin ve kimin dokunulmazlığı için, kimden ne gibi yardım sağlanmak isteniyordu?
O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi?
Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı, o da millî hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!
- …Bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantık şuydu:
Temel İlke: Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar ferah ve bolluk içinde olursa olsun, istiklalden yoksun millet medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir davranışa layık görülmez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Halbuki Türk''ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!..
O halde, "Ya istiklal, ya ölüm!"
İşte bu, gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası olacaktır.
Bir an için bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını farz edelim. Ne olacaktı? Esirlik?
Peki Efendim. Öteki kararlara boyun eğme durumunda sonuç bunun aynı değil miydi?
Şu farkla ki, istiklali için ölümü göze alan bir millet, insanlık haysiyet ve şerefinin gereği olan bütün fedakarlığı yapmakta teselli bulur ve hiç şüphesiz, esaret zincirini kendi elleriyle boynuna geçiren bezgin, haysiyetsiz bir millete bakarak dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.
*
O halde ya kurtuluş, ya kurtuluş…
19 Mayıs''ı bir "nostalji olarak yaşatmayı" görev bilenlerden farklı olarak, Atatürk''ün Samsun''a "ilk adım"ından sonrasını göze alabilenlerin parolası budur!
++++++++
SORU-YORUM
----
Sıcak gündem ve güncele nazire niyetine olsun bu da:
Anadolu''nun işgaline karşı direnmek üzere teşkilatlanan kuruluşların ortaya koydukları en temel iradenin "kesinlikle göç etmemek" olduğunu biliyor muydunuz?