Nöbetçi çavuş

Türk milliyetçiliğinin galiba en büyük problemi sivilleşememiş olmak… Sivilleşmekten kasıt, yönetim ve etkileşim biçiminin, emir-komuta kalıpları içinde kalması yerine, ferdin iradesine imkân tanıyan bir kimliğe bürünmesi…

Soğuk Savaş''tan kalma alışkanlıklarla yürüyen milliyetçilik bu şekilde de ''eleman'' bulur ama adı üzerinde ancak ''eleman'' bulur…

''İtaat kültürü''nün ''bilgi''yi, ''tabular''ın ''özgür düşünce''yi, ''sözde disiplin''in ''beşeri yaratıcılığı'' kovaladığı bir düzende ''ilerleme'', ''katma değer üretme'' ve ''hedef tutturma'' gibi kavramlar ancak ''kapalı devre fantezi'' olarak kalır…

***

Milliyetçiler olarak çağı okumakta zorlanıyoruz… Bir kısmımız ise böyle bir okuma ihtiyacı bile hissetmiyor… Yerel ama mutlu kalmak, mümkünse diğer milliyetçiye baskın gelmek küçük dünyamıza renk katıyor!.. Oysa ülke değişiyor, dünya değişiyor… İletişim teknolojisi, özellikle internet dünyayı iyice küçültüp mesafeleri yok derecesine indirirken, bunun millî varlıklara vereceği zararı veya kârı, bilgiye, iyiliğe veya kötülüğe ulaşma ve yayma hızının sosyolojik etkilerini hesaplamak gerekiyor…

Klâsik klişeler birer birer sökülüyor artık… Direnen küçük azınlıklar ise İkinci Dünya Savaşı''nın bittiğinden habersiz bir şekilde ormanlarda yıllarca saklanan Japon askerlerinden farksızlaşıyor…

Savaşlar bitmedi elbette ama şekil değiştiriyor… ''Değişen''in ne olduğunu anlamayanlar ise yeni dönemlere doğrudan ''mağlup'' başlıyor… Onlar yeni dönemlere uyum sağlayana, daha doğrusu olan biteni anlayana kadar rakipler mesafe kat ediyor…

***

Bilginin, eleştiri kültürünün, özgür düşüncenin bu kadar kıymetlendiği bir çağda, düşmanı görünce alarm durumuna geçen milliyetçilik, o kutsal toprağı söküp alan erozyon veya zehirlenme karşısında neden sessiz kalır meselâ? Neden bir tek ''çevreci milliyetçi'' kuruluş yoktur? Arıtmasız atık sularıyla nehirlerimizi kirleten ''sağcı patron''un civarında mı ''milliyetçi''ye daha çok rastlarız yoksa çevre için direnenlerin önünde mi? Vicdanlarımızı kanatsa da bu soru yerinde bir sorudur…

''Şablon milliyetçilik'' ülkenin ve dünyanın şartlarına bağlı olarak zaman zaman canlanıp muharebeler kazansa da nihaî savaşları kazanamaz… İnsanların öncelikleri, alışkanlıkları, gelen bilgiyi denetleme hızları değişirken, Soğuk Savaş bakiyesi tekniklerle bu süreçler yönetilemez…

Aklı ve bireye saygıyı yok sayanlar, iradelerini ''tartışılmazlar''la ve ''taassup''la bastırmaya çalışanlar sadece bastırdıklarını zannederler… Oysa gerçek önlenemez biçimde yatağını arayan ırmak gibi bambaşka akar… O yüzden milliyetçilik ''köyün duvarlarıyla çevrili bir dünyada hatıra ortaklığı''nın ötesine geçmek mecburiyetinde…

***

Sivilleşememiş bir milliyetçilik daima ''güvenlik doktrinin bir parçası'' olarak kalmaya mahkûmdur… Aklının yerine kaslarına ve cesaretine ihtiyaç duyulan bir milliyetçilik, ''yönetmeye talip olan'' değil, muktedirler tarafından hep bir ''ihtiyat akçesi'' olarak görülüyor ve istismar ediliyor… İşi bitince de ''ait olduğu yer''e hapsediliyor… Milliyetçilik, ''millî devlet''in neden hep ''nöbetçi çavuş''udur da ''yöneten iradesi'' olmaz/olamaz? Biçilmiş misyonu oraya kadar mıdır?

Yıllarca askerî terminoloji egemen oldu milliyetçilerin dünyasına: Cephede tâlim olmaz!.. Emir mütalaa olmaz!.. Hadi bir envanter çıkaralım, düşünceyi ve eleştiriyi ''kovalanası şeytan''a çeviren bu anlayıştan sonra elde kalan varlık nedir?

Bu çağda artık bu anlayışların hayat alanları daralmaktadır ve onun için bütün takıntıları aşarak sivil ve yeni milliyetçiliği tartışmalıyız… Milliyetçilik geçen yüzyılın başında Türk milletinin ''tutunma ideolojisi''ydi… Sonra ''ilerleme ve kalkınma ideolojisi'' olmalıyken bugün gelinen noktada ihtiyaç duyulduğunda hizmet veren ''mobil ideoloji'' durumunda!..

Sürdürülebilir bir şey değil bu… ''Konjonktüre göre sisteme eklemlenen'' değil, ''sistemi milliyetçiliğe göre şekillendiren'' bir itiraz kaydı düşmek şart…

***

Yıllar önce aldığım notlardı bunlar… Hatırlamak ve hatırlatmak istedim…

Yazarın Diğer Yazıları