Neden dışa bağımlıyız?

Ülkemizin gidişinden endişeliyiz. Uluslararası alanda sürükleniyoruz. Tıpkı okyanusta kaptanı sarhoş bir gemi gibiyiz.

"Ne yana baksam ben değilim" diyor ya şair aynen öyle.

Şair Tarancı'nın; "Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz. Ya gözler altındaki mor halkalar?" diye kendini yadırgaması gibi.

İşte aynadaki benimiz bu.

Gittikçe bağımsızlaşacağımız yerde tam tersine gittikçe başkalarına bağımlı hale geliyoruz.

Düşünebiliyor musunuz? Şeker fabrikalarını bayram havasında satan iktidar ve avanesi, şimdi İş-Kur'un buralara eleman alacağının müjdesini veriyor? Hâlbuki ekip üreten Türkiye'den, ürettiğinin yerine satın alan Türkiye'ye gerilemiş ve dışa bağımlı hale getirilmişiz.

Ağlayalım mı, gülelim mi?

Şunu anlamıyoruz: Arkadaş, şeker üretmek bir iktidarı neden rahatsız ediyor? Neden kendi ülkesinin üreten bir ülke olmasına çabalamak yerine, elindekini satıp hepimiz dışa bağımlı hale getiriliyor?

Neden?

"15 Temmuz darbesinden sonra durum değişti. Bu iktidar tam bizim aradığımız gibi milli çizgiye geldi. Bu sebeple iktidarın arkasındayız" diyenlere soruyorum. Tamam, arkasında olun. İstediğiniz gibi davranın ama söyler misiniz; halkı açlığa, işsizliğe mahkûm eden bu iktidarın neresi milli?

Görmüyor musunuz? Suriye'den bile buğday ithal edecekmişiz. Bu hâlin, milli bağımsızlıkçı, vatansever, onurlu insanları rahatsız etmesi gerekmiyor mu? İçi karışık, savaş ülkesi, o haliyle buğday üretiyor sen üretemiyorsun.

Genel çerçeveye bakıldığında ekonomi çok çok kötü yönetiliyor. Borcu borçla kapatan kart mağdurları neyse ülkenin hali de öyle. Elinde babadan kalan ne varsa satıp savdıktan sonra başkasından borç dilenen bir hayırsız evlada da benzetilebilir halimiz.

Bu manzara karşısında aklıma 18. yüzyıl sonrasında para sıkıntısı çeken Osmanlı Devleti'nin süreç içinde Galata bankerlerine yüksek faizle borçlanması ve ardından Devlet-i Aliye'nin hazin çöküş hikâyesi geliyor. İşin içine Libya, Trablusgarp sözcükleri de girince ister istemez; "Ne oluyor? Tarihi tekrarlıyor muyuz" diye sormadan edemiyorum.

Aynı şekilde Galata bankerlerinin dönemin güçlü ülkesi İngiltere ile olan ilişkilerini de hatırlayınca endişelerim artıyor. Çünkü bugün de Türkiye'nin borçlandığı esas merkez gene İngiltere.

Hele bütün bunlara ardı ardına vergi zamları, fiyat artışları eklenince, ister istemez II. Abdülhamit'in koyduğu ağır vergiler karşısında birbiri ardınca çıkan halk isyanları aklıma takılıyor. Ve 1906 yılının kâbusunu tekrar hortlatmak isteyenler mi var diye sormadan edemiyorum.

1923'te "bağımsız Türkiye" diye, ne yapacağımızın ve ne olduğumuzun adını koyduk, lakin 2020'de o gitti yerine bağımlı Türkiye geldi. Birileri ısrarla hepimizi dışa bağlamaktan zevk alıyor gibi. Umudumuzu yitireceğimiz sırada her zaman olduğu gibi seviyeli biri çıkıyor dini kullanarak varsayımsal bir gelecek ve güven üfürüyor.

"Mehdi gelecek. Hazırlık yapıyoruz.."

"Vallaha mı, yemin eder misin" diye sorasım geliyor. Çünkü bundan önce yüzlerce kere kendini Mehdi ilan eden adamlar geldi geçti. Sonra varsayalım geldi. Ne olacak, bizim "Galata bankerlerine" olan borcumuzu silecek mi? Türkiye'nin nesi var nesi yok satmış bir iktidarı başımızdan alıp götürecek ve yerine kutlu bir iktidar getirecek mi?

Mehdi gelecek de ne yapacak onu anlayamadım. Tarih boyu toplumları peygamberler bile düzeltemedi. Bakın Araplara. Ne yaptılar? Hz. Peygamber ölür ölmez, bizzat onun soyunu kuruttular.

Hem de halifelik adına. Bizzat halifelerin emriyle. Yani peygamberin vekili olacaklar (ya da olanlar) peygamberimizin soyunu kılıçtan geçirdiler.

Bugün de, içimizdeki Arap kültürüne mensup olanlar, yağma düzeni kurdular. Kur'an: "Hak gelir batıl zail olur" diyor. Bunların elinde "batıl zail ol"muyor. Yerleşip kökleşiyor. Hak (adalet) ise herkesin tekmelediği keçeye dönmüş durumda. İşte demokrasi böyle bir sistem. Her ne yapıyorsan kendin yapıyorsun. Sonuçları da şekilde görüldüğü gibi oluyor ve haliyle kendin edip kendin buluyorsun. Çünkü iktidarı sen belirliyorsun.

Yazarın Diğer Yazıları