Ne olduğunun farkında mısınız?
Seçim sürecinde siyasiler ve yönetim, siyasi propaganda adı altında alenen, çekinmeden, cesaretle ve pervasızca yapılan ve kabul edilmesi mümkün olmayan Kürtçülük/bölücülük propagandalarını, düşünce özgürlüğü kapsamında kabul ederek ses çıkarmadılar. Bu gelişmeler, demokrasi, özgürlük ve insan hakları kapsamında dış ve iç kamuoyuna kabul ettirilmeye çalışılan, siyaset ve sivil toplum hareketleriyle gittikçe tırmandırılan ve terörle de desteklenen bölücülüğün, Türkiye’de önlenemez bir duruma doğru sürüklendiğini göstermektedir.
Hâlâ bu durumun, siyasetle çözülebileceğini düşünen ve savunan siyasetçiler, yazarlar ve kanaat önderleri bulunmakta ve bunların söylem ve eylemleri etkili olmaktadır. Her söylemin başına bir de demokratik kelimesi eklenerek toplum kandırılmaktadır.
Demokratik Toplum Kongresi 30 Temmuz 2011’de genel kurul kararı almıştır. Bu kongrenin üyesi ve aynı zamanda TBMM milletvekili olan bir kısım önderleri, Demokratik Özerklik ilan edebileceklerini beyan etmişlerdir. İkili hukuk sistemini işletmeye başlayabileceklerini söylemişlerdir. Kürdistan meclisini Kürt halkı ile birlikte kuracaklarını, Kürt halkının özgürlük savaşı verdiğini, herkesin bu halkın gücünü ve savaşını göreceğini ifade etmişlerdir.
İmralı’dan mesajlar gelmeye devam etmekte, Devletle, Barış Konseyi kurulması hususunda mutabakat sağlandığını söylemektedir.
Devletle çözüme ilişkin metinleri içeren protokoller yaptığını ifade etmektedir. Müzakerelerin devam ettiğini açıklamaktadır.
Ayrıca bir çatı partisi kurulmasını ve adının da Demokratik Ulus Kongre Partisi olmasını, Türkiye’nin 20-25 bölgeye ayrılmasını, tüm Kürt oluşumlarının katılımı ile yapılması beklenen Kürt Konferansı’nda geniş kapsamlı bir parlamento oluşturulmasını önermektedir.
İmralı’nın bölgedeki tüm Kürt hareketinin önderliğini yapmaya çalıştığı da anlaşılmaktadır. Barzani ve Irak Kürt Federasyonu silahlı güçleri ile PKK’nın bir koordinasyon içinde hareketini sağlayacak düzenlemelerden bahsetmektedir. Diğer taraftan bir de Anayasa Konseyi tasarladığını, bunun yeni anayasa çalışmalarını yürütecek bir konsey olduğunu ifade etmektedir.
Demokratik özerkliğin ne olduğu daha önceleri çeşitli vesilelerle anlatılmıştır. Ayrı ek bir bayrak, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve yerinden idare yöntemi adı altında, ayrı savunma gücü, meclis, yönetim, eğitim sistemi vs. bölgeyi zamanla bağımsızlığa hazırlayacak bir eyalet sistemi olduğu bilinmektedir.
Yeni anayasada ne şekilde yer almak istedikleri de açıklanmıştır. Başlangıç hükümlerinin, değişmez maddelerin ve bütün Türklük ve Türk Milleti tanımlarının yeni anayasada bulunmaması üzerine siyaset yaptıkları alenen ortadadır.
İsteklerin yerine gelmemesi halinde terörün arttırılacağı, toplum üzerinde bıkkınlık, bezginlik ve korku yaratmaya devam edileceği hususunda tehditler devam etmektedir. Ayrıca sivil toplum hareketi adı altında isyan teşebbüslerinin olabileceği de hatırlatılmaktadır. Bunlarla istenen tavizlerin alınacağı hesaplanmaktadır.
Siyasi partilerin ve liderlerinin yeni anayasadan beklentilerinin ne olduğu, bu konuda çalışma yapanlar ve gündemi bilinçli bir şekilde takip edenler tarafından bilinmektedir. Yeni anayasanın karşılıklı verilecek tavizlerle ve çoğunluğun beklentilerini karşılayacak tarzda düzenlenmesi halinde bunun, Türkiye’nin kuruluş felsefesinden uzaklaştırılması, varlığı, bütünlüğü ve güvenliğinin zayıflaması, ulus devlet ve üniter devlet anlayışının sonu anlamına geleceği bilinmelidir.
Her ne kadar yeni anayasanın referanduma sunulması söz konusu ise de, son yapılan anayasa değişiklik paketi referandumunda da şahit olunduğu üzere, esas konuların tali konuların içinde gizlenmeye çalışıldığı, duygusallıklarla halkın sağlıklı karar vermesinin zaafiyete uğratıldığı referandum öncesinde yapılan propagandalarda görülmüş ve bundan netice alındığı da tespit edilmiştir.
Devam etmekte olan söylemler, eylemler ve olaylar kaygı vericidir. Gündem “yemin krizi”, “gecikmiş Deniz Feneri soruşturması”, “şike krizi” gibi olayların gölgesinde bırakılmaktadır. Gündem değiştirilmektedir. Halen geçmişten intikam almayla uğraşılmakta, halk duygusallıklarla meşgul edilmeye çalışılmaktadır.
Duyarlı siyasi partilerimize, hassasiyet gösteren yazarlarımıza, kanaat önderlerimize ve bütün Türk Milletine sesleniyorum. Olan bitenin farkında mısınız? Farkındaysanız iş işten geçmeden sesinizi duyalım. Yoksa yarın çok geç olabilir.