Naylon mücahitler!
Emekli Orgeneral Ergin Saygun, dörtlü by-pass operasyonu ve iki de kalp kapağı ameliyatı geçirmişti. Kapakların mikrop kapmaması gerekiyordu; cezaevi ortamında kaptı.
Eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, beyin kanaması geçirdi, koğuş merdivenlerinden düştü, yaralandı, hafıza, motor fonksiyon ve görme duyusu hasar aldı.
Emekli Korgeneral Doğan Temel, yumuşak doku kanseriydi.
Emekli Tümgeneral Recep Rıfkı Durusoy, böbrek kanseriydi; bir böbreğini kaybetti, diğerinde de üçüncü evre evre böbrek yetmezliği baş gösterdi.
Emekli Albay Mehmet Yoleri, iki defa kalp krizi geçirdi cezaevinde.
Deniz Kurmay Albay Levent Kerim Uça'nın beyninde ur vardı; zor bir ameliyatla alındı; her an felç riskiyle yaşadı.
İnönü Üniversitesi eski rektörü Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu sirozdu; kardeşi her gün, her gece, bulabildiği her mecradan sesini duyurmaya çalışıyordu, "ölüyor" diye.
Dönemin Başkent Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, 21 ay İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü yoğun bakım servisinde kaldı.
Gazi Serdar Öztürk'ün uyku apnesi ölüme yol açabilecek düzeydi.
Emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün diyabeti, yüksek tansiyonu, prostatı, kalbinde stent ve böbrek üstü bezlerinde de tümör vardı.
Kıbrıs kahramanımız Muzaffer Tekin, dördüncü evre pankreas kanseriydi.
Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün uyku apnesi, prostat kanseri, koroner arteri, hiper tansiyonu, hastane enfeksiyonu vardı; tutukluluğu süresince tam 31 ameliyat oldu. Hakkında farklı kurumlarca verilmiş sayısız "Cezaevinde kalması mümkün değildir" raporu vardı.
Kuddusi Okkır'ın "majör depresyon" diye sevk edildiği hastanede zatürre olduğu anlaşıldı. Aynı zamanda böbrek yetmezliği vardı, aynı zamanda akciğer kanseriydi; beyin ve kemik metastazı vardı. Ayakta duramıyordu... Ağızdan beslenemiyordu…
***
Üstelik bu insanların hiçbiri, onlarca kişiyi diri diri yakmış değildi. Tersine, kimi "hayat kurtarmaya", kimi "vatan kurtarmaya" adamıştı kendini.
Hiçbiri "hüküm" giymiş de değildi; "iddia" zarfına sokulmuş "iftira"lardan başka hiçbir şey yoktu ısrarla cezaevinde tutulmalarını gerektiren.
En ağır cezaya çarptırılmış, suçu sabit bir hükümlünün affı değil, bir tutuklunun tahliyesiydi "sağlık sorunlarını" da gerekçe gösteren avukatlarının talebi; buna rağmen, haftalarca, aylarca, yıllarca, her talep gününde sistematik biçimde reddedildi bu istekleri.
***
Hal böyle olunca, Madımak'ta, "cihat" naralarıyla halkı galeyana getiren, onlarca insanı diri diri yakan ve "Anayasal düzeni zorla bozma amacıyla katliam"dan idama (ağırlaştırılmış müebbete çevrildi) mahkum edilen bir caninin, "sağlık sorunları" gerekçe gösterilerek affedilmesi merakımı celbetti;
Madem vardı, bu "vicdan" daha önce nerelerdeydi?
Toplum vicdanını böylesi kanırtan bir karar "vicdan"la na kadar ilişkilendirilebilir o da ayrı tabi!
***
Aklımdayken bunu da sormadan bitirmeyeyim:
Madımak'ı ateşe vererek "cihat" ettiğini düşünen birinin, uğruna böyle bir vahşete bulaşmayı göze alabilecek kadar güçlü olan inanç şekli gereği, bu eylemiyle bağlantılı bir halde ölmeyi "şehadet" sayması, buna razı ve hatta gönüllü olması gerekmez miydi? Fani dünyada fazladan iki rahat gün geçirmek için "şehitlik(!)"ten kaçmak/kaçırmak yakıştı mı şimdi!!! Başkalarının ölümlerinden siyasi rant, mazlumluk, kahramanlık vs. Devşirmek kolay; sorsan"Şehit İskilipli Atıf(!)"ın torunu diye tanıtırlar kendilerini!!!
"Din mazlumları"ymış…
Madımak'taki o insanlık suçunun dinle imanla alakası yok da, onlar gerekçeyi dinlerine, imanlarına bağlıyorlar ya; görün işte, mevzu bahis tatlı canları olunca, mücahitlik iddiaları bile böyle naylon çıkıyor günün sonunda!
SORU-YORUM
Emekli bir vaizin peşine düşüp de Cumhuriyet'in temellerini dinamitleyenlerin, "Türk" adını silenlerin, milletin garibanlığını kullanıp evlatlarını mankurtlaştıranların, robotlaştıranların, milli orduya kumpas kurulmasını, kozmik odaya girilmesini izleyenlerin, Türk ordusunun topunu-tüfeğini Türk devletine çevirmesiyle, Türk jetlerinin "Gazi Meclis"i bombalamasıyla sonuçlanan ihanet süreci boyunca hainlere ne istedilerse verenlerin, geçmişlerinden utanmadıkları gibi, bir de pişkince, zeytinyağı gibi üste çıktıkları bir ülkede, -velev ki doğru- "emekli bir askerin peşine düşüp Meclis'i, yasama dokunulmazlığını izama yeltenenler" neden kendi geçmişlerinden utansınlar ki?