Müthiş gerçek ve anlam fazlasına teslim olmak
Ayasofya, müze olarak kullanılan ama aslında cami olan tarihi bir mabet, tapınak, ibadethane.
Camiydi, tekrar camiye çevrildi!
Az sonra bunu açıklayacağım.
Türkiye gariplikler ülkesi.
Aynı zamanda, "bilme arzusu"ndan uzak, gerçeklere ulaşma konusunda tembel bir ülke.
Pek çok konuda olduğu gibi, Ayasofya konusunda da iktidarın ataklarına karşı halkı net olarak bilgilendirmeyen bir muhalefetimiz de var.
Üstelik bu muhalefet, korkak ve ürkek.
(Şimdi bu sözler üzerine, bana karşı cesaret denemesine kalkışan birkaç kişi de olabilir).
*
Danıştay 10. Dairesi'nin aldığı kararla "camiye çevrildiği" açıklanan Ayasofya hakkında siyasal değerlendirmelerden çok, bilgi sosyolojisi ve bilgiye ulaşma/ma (epistemoloji) noktasından yaklaşacağım bugün.
*
Atatürk'ün ölümünden 4 yıl önce (24 Kasım 1934'te) bakanlar kurulunun (2/1589 sayılı) kararı ile "müze" olarak kullanıma "tahsis" edilen Ayasofya, aslında 2 yıl, evet yalnızca iki yıl, müze olarak kullanılmış.
(Diyeceksiniz ki, yok canım bugüne kadar hep müzeydi. Doğrudur ama gerçeklere bakmaya devam edelim.)
*
Pratikteki bu durum, belki bir devlet politikası, uluslararası ilişkiler açısından dile getirilmemiş ama "devlet kayıtlarında" hep cami olarak kaydedilmiş!
İşte, yukarda sözünü ettiğim, "bilme arzusundan uzaklık" ve "korkak/ürkek muhalefet" konusu burada (da) ortaya çıkıyor.
*
Ceza hukukçusu Prof. Dr. Ersan Şen'in 9 Haziran 2020 tarihli bir makalesi var.
Prof. Şen, yine bir Kasım ayında, 19 Kasım 1936'da, Ayasofya'nın tapu kaydına "Kebir Camii Şerifi" olarak işlendiğini belgeliyor.
Yani, müze kararının alınmasından tam 2 yıl sonra.
*
Ne demiştim?
"Camiydi, tekrar camiye çevrildi!"
*
Muhalefet bunları biliyor mu, ekranlara çıkan bazı genel başkanlar ve yardımcıları, falanca/filanca komisyon ya da kurulları bunları biliyor mu, bilmiyorum.
Bilseler söylerlerdi, değil mi?
*
Ayasofya'nın 19 Kasım 1936'da tapu kayıtlarına "Kebir Camii Şerifi" olarak işlenmesi çok önemli.
Çok çok önemli.
*
Bu tarih, Atatürk'ün hayatta olduğu bir tarih!
Ortaya iki seçenek/ihtimal çıkıyor.
Bu iş ya Atatürk'ten gizli olarak yapıldı (ki, sanmam, çünkü o tarihte Atatürk'ün hastalığı ilerlememiş ve bilinci yerinde idi); ya da Atatürk'ün emriyle yapıldı (kayıtlara cami olarak işlenmiş) ama uluslararası strateji (devlet aklı) gereği dillendirilmedi!
İkinci ihtimal çok daha yüksek ve bu da Atatürk'ün dehasını bir kez daha göstermiş oluyor.
*
Gelelim amacı iktidar olmak ya da bizim öyle sandığımız muhalefet partilerinin Ayasofya kararı sonrası AKP'ye karşı tutumları ve halka karşı davranışlarına.
Büyük bir ürkeklik içinde, "aman karşı çıkmayalım, üzerinde çok durmayalım, millet bizi din düşmanı sanır ve oy yitiririz" kaygısındalar.
CHP ve İYİ Part'iden çok sayıda yetkiliyle yaptığım görüşmeler ve kamuoyuna yansıttıkları durum bu.
*
AKP'nin peşinden savrulup gidiyorlar ve ekranlarda mırın kırın, kem küm ediyorlar.
Böyle olacak idiyseniz, niçin politikaya soyundunuz?
AKP'lileşerek mi onun yerine iktidar olmayı düşünüyorsunuz?
Boş hayaller.
Böyle ise, yaptıkları siyaset, yalnızca birkaç on kişiye bireysel beka (vekil maaşı, vs.) temininden öteye geçmez.
*
Topluma hem bu yazdığım gerçekleri anlatmak ve hem de AKP'nin -her olayda yaptığı gibi- estirdiği büyük rüzgârda sürüklenip, durumdan korkmamak, olaya olduğundan büyük anlamlar yüklememek ve bu "Anlam fazlasına teslim olmamak!" gerekir.
*
Sözümü, Anadolu insanının damıttığı bilge sözle bitiriyorum:
"Büyüklerimiz bilir!"