Muhalefet seçimi nasıl kazanacak?..
Son dönemde, "24 Haziran" kaygısı nedeniyle yaşananlar, vahim olaylar ve pervasız tepkiler, "haksız olan öfkelenir" şeklindeki genel tanımlamayı da iyice aşar hale geldi...
Evet; yaşamın devinimi ve gelgitleri içinde, "haksız olan sinirlenir" ama haklı olan da sesini duyurabilmek için bazen isyan etmek zorunda bırakılır!..
İşte bu iki tanımlamanın tam da ortasında yürüyen seçim süreci, toplumun iki kesiminden birinin öfkesini, diğerinin ise sesini yükseltmesiyle karşı karşıyadır artık...
Saflar netleşmiştir zaten; bir yanda "cumhur ittifakı" diğer yanda 16 yıllık baskı rejimine karşı örgütlenen "millet ittifakı..." Yani cumhuriyetçilerle karşı devrimciler...
Özetle; bir tarafta cumhuriyeti ne pahasına olursa olsun sahiplenenler, diğer tarafta ise gericiler, kinci cumhuriyetçiler, rotasız Beyoğlu devrimcileri, liboşlar, neredeyse güvercin kılığındaki bölücüler ve onların ne yazık ki her köşede, "solcu, aydın" hatta "Atatürkçü" kılığındaki, ikiyüzlü gafil destekçileri!!!
Cumhuriyet yanlıları ile hilafet özlemcileri arasında safların bu kadar direndiği, bu kadar devinim içinde olduğu, bu kadar kararlı göründüğü ve mücadeleyi de bu kadar yükselttiği seçim dönemlerine pek rastlamadı Türkiye...
Başta da dedik ya, "saf"laşma denilen, aynı zamanda kırılma hattı Türk siyasetinin hiç bir döneminde kitleleri bu kadar karşı karşıya getirmemişti...
Ne Menderes iktidarının darbeye giden baskıcı dönemi ne 12 Mart ne de 12 Eylül öncesindeki sağ-sol kavgasında toplum bu kadar kadar keskin ve öfkeli hale gelmişti...
Çünkü ülke, tarihinin neredeyse hiçbir döneminde yağma, rüşvet ve rant çarkının kirli dişlileri içinde, kendi kaynaklarını bu denli tüketmemiş, bu kadar dışa bağımlı olmamış ve zengin ile yoksul arasındaki uçurum da bu kadar büyümemişti...
En önemlisi de tarihin hiçbir döneminde "laik rejim" bu kadar tehlike içine sürüklenmemiş, toplumun gelecek kaygısı derinleşmemiş ve gerici pervasızlık ihanetleri "Aydınlanma"yı bu kadar tehdit edememişti...
***
Haklı ile haksızın kavgası!..
Siyasal saflaşmanın iyice belirginleştiği, muhalefetin direncinin yükseldiği, halkın da umutlarının yıllar sonra nihayet yeşerdiği bir yaşamsal seçim dönemi yaşıyor Türkiye...
Ve işte, yukarıda dikkat çektiğimiz, haksızlık-öfke, haksızlık-isyan ikileminin derinleştiğini gösteren olaylar da ne ilginçtir ki, iktidarının zirvesinde duran AKP cephesinden yansıyor kamuoyuna...
Yani haksız tepkiler, zorbalık ve pervasızlık ne ilginçtir ki, uyduruk anketlerin arkasına sığınarak ve şaşırtıcı bir rahatlık da sergilemeye çalışarak, peşin zafer naralarının atıldığı bir mevziden yansıyor gündeme...
Kılıçdaroğlu'nun Ankara-İstanbul hattında başlattığı "demokrasi yürüyüşü"nün yollarına Düzce civarında hayvan pisliği dökülmesinden, Akşener'in yolunun Antep'te hafriyat kamyonlarıyla kesilmesine kadar uzanan bir zorbalık sürecinin içinde çatışıyor haklı ve haksız!..
Neyin öfkesidir bu?.. Urfa'da hemşehrisi olan gazeteciye tokat atan bakan, yine Urfa'da işçilerini "kadro" tehdidiyle Erdoğan'a oy vermeye zorlayan AKP'li belediye başkanı hangi erozyonu örtmeye çalışıyor?..
Diyarbakır'da imamları talimatla Erdoğan'ın mitingine çağıran müftüler, eğitim yuvalarını parti bürosu gibi kullanan okul müdürleri, başta Ankara, İstanbul ve Bursa'da olmak üzere, muhalefet partilerinin görevlileriyle standlarına saldıran zorbalıklar ve Kadıköy'de liselilere yönelik "linç" girişimi neyin işaretleridir acaba?..
Hiç kuşkunuz olmasın, basit gibi görünen bu saldırılar, "yazı da gelse, tura da gelse, AKP kazanacak" diyen peşin zafer tellalığının pervasızlığından cesaret almıştır ve şiddetini (!) de giderek arttıracaktır...
Ve asıl mesele de şudur; oy kaybına uğradığını, muhalefetin toparlandığını, üstelik kitlelerin heyecanının iyice arttığını gören gören AKP cenahı, daha seçime haftalar varken bu kadar "öfke"leniyorsa, saldırgan hale geliyorsa, seçimi kaybedeceğini iyice anladığı bir atmosferde neler yapabilir acaba?..
***
"Zafer"in yaşamsal yöntemi...
Yukarıdaki tabloyu resmetmeye çalışırken, Irak'ta ve yurt içinde yeniden hareketlenmeye çalışan terörü, cemaatin firari müritlerinin "düşmanımın düşmanı dostumdur" çırpınışlarını ve terör unsurlarını "barış" elçisi gösterme gafletini unutmadık...
Ve tabi ki, daha bir kaç ay önce mafya babalarının toplumu tehdit ettiğine, milyonlarca insana silah ruhsatı (!) dağıtıldığına ilişkin medyaya yansıyan vahim haberleri de kesinlikle gözardı etmedik!..
Üstelik, "ya başkanlık ya kaos" manşetleri atarken, toplumu yeniden ürkütmek ve tehdit emek için her türlü yalana ve baskıya hazır halde bekleyen yandaş medyanın işbaşında olduğunu da bir tarafa atmadık...
AKP oy kaybederken ve yıllar sonra nihayet muhalefetin direnci artmışken, en önemlisi de memleketin umudu iyice büyümüşken, 24 Haziran'ın, eskinin hiçbir dönemindeki seçimlere kesinlikle benzemediğine ısrarla dikkat çekmemiz gerekiyor...
O halde yeniden başa; öfkelenen haksızlarla gidişata isyan etmek zorunda bırakılan haklıların mücadelesine dönelim...
Artık kuşku götürmüyor; tepe noktaları, yöneticileri, imaj danışmanları, medya tetikçileri ve anket yalancıları ne kadar "rahat" görünmeye çalışırlarsa çalışsınlar, AKP yakasında bir siyasal erozyon var ve oy kaybının büyümesi de kaçınılmaz...
İşte geçmişteki olaylardan (referandum) yola çıkarak, toplumda, "hile", baskı, zorbalık kaygılarının da iyice büyüdüğü bir dönemde, özellikle "ittifak" halindeki muhalefetin yapacağı en önemli ve en yaşamsal görev baştan itibaren bellidir;
Daha önce de defalarca dikkat çektiğimiz gibi "sandıkta kazanılır, sandıkta kaybedilir" denilen seçimle ilgili memleketin tamamında, her mahallede, her köyde, kısacası her "sandık"ta, başkandan gözetmene, avukattan "güvenliğe" kadar olabildiğince "teyakkuz" halinde olmak...
Yurdun dört bir yanında, İnce, Akşener, Karamollaoğlu ittifakında yükselen muhalefetin, umutla büyüyen direncin ve toplumun haklı demokratik tepkisinin bir kez daha hezimetle sonuçlanmaması için "sandık"ta ve sandıkta aman dikkaattttttttt!!!