Mısır ve demokrasi
Mısır’da ilk defa halkın çoğunluğunun seçtiği bir yönetim iktidara gelmiş, Mursi cumhurbaşkanı seçilmişti. Ancak demokrasi geleneği olmadığından, taraftarlarının arzu ettiği bir sistemi ülkeye yerleştirmeye çalışmıştı. Köken itibariyle İhvan hareketini temsil ettiğinden ve Müslüman Kardeşler’in siyasi partisi olduğundan dolayı dini kullanmaya başlamış ve Sünni İslam’ı ön plana çıkartmıştı. İktidarını güçlendirmek için taraftarlarını tam olarak arkasına almayı, sürekliliğini sağlamak için de baskı uygulamayı ve anayasa değişikliğiyle tüm yetkileri elinde toplamayı gerçekleştirmişti. Devlette kadrolaşmaya, azınlıkları dışlamaya, içkiye ve kıyafete karışmaya başlamıştı.
Mursi’nin, sistemi, demokrasiyi gerçekleştirecek şekilde düzenlemesi gerekirken, bu anlayış ve uygulamalarla tamamen kendisinin kullanabileceği şekle dönüştürmeye çalışması, halkın önemli diğer bir kesimi tarafından kabul görmemiştir. Dolayısıyla Mısır, bir diktatörden kurtulmuşken başka bir diktatörle karşı karşıya kalmış, sonuçta kendisini destekleyen koalisyonda da çatlaklar oluşmuş ve muhalefetle birlikte karşısında oldukça geniş bir cephe meydana gelmiştir.
Böyle bir ortam içinde Tahrir Meydanı, yine bir diktatöre karşı harekete geçmiştir. Seçimle yönetime gelenler demokrasiyi sadece sandıktan çıkma olarak algılamış, tek düşünce olarak iktidarlarını sürdürmeyi amaçlamıştır. Neticede demokrasi geleneği de olmadığından, hiç arzu edilmeyen askeri müdahaleyle karşılaşılmıştır. Müdahaleden sonra bu müdahaleye karşı duran Mursi taraftarlarının da ayrı bir meydanda toplanması, gergin bir durum, hatta iç savaş ihtimali yaratmıştır.
Her ne olursa olsun demokrasilerde darbelere yer yoktur. Zafiyetlerden, sıkıntılardan ve güçlüklerden sistem içinde mutlaka bir çıkış yolu bunabilir. Yeter ki demokrasinin bütün kurul, kural ve kuramları işleyebilsin. Halkın tümünü dikkate alan, kutuplaşmalara sebep olmayan, gerginlikleri yumuşatabilen, kendisine muhalif olanların da varlığını kabul ederek isteklerine cevap verebilecek düzenlemeler yapabilen ve halkın da yönetime katılabilmesine imkân tanıyan yönetimler iş başında olabilsin.
Mısır’daki gelişmelerin, Ortadoğu’da demokrasinin oluşmasının önünü tıkadığı, hatta İslami hareketlerin de demokratikleşmesine engel teşkil edecek bir durum yaratığı değerlendirilmektedir. Laikliğin benimsenmeden demokrasinin olamayacağı bir kere daha ortaya çıkmıştır.
Türkiye’nin Mısır’daki askeri müdahaleye tepkisi ve onu kınaması yerindedir. Ancak halkın bir kısmına destek veren, diğer kısmını görmezlikten gelen yaklaşımlardan uzak durmalıdır. Yeniden yapılacak seçimlerde Mursi’nin daha güçlü bir şekilde iktidara geleceği düşüncesinden hareketle böyle bir politik yol seçilmiş olabilir. Fakat ileride ne olacağının garantisi olmadığından, halen yönetimde olanları da fazla dışlamadan, uluslararası ilişkilerdeki hassasiyetleri de dikkate alarak hareket etmesinin daha doğru olacağı düşünülmektedir.
Diğer taraftan Türkiye’nin Mısır’daki askeri müdahaleye olan tepkisinin, sanki darbe kendisine yapılmış gibi abartılı bir şekle dönüşmesine de bir anlam verilememektedir. Bu düşünceye Gezi Parkı eylemlerinin sebep olduğu düşünülebilir. Ancak Gezi Parkı gösterileriyle Tahrir gösterilerinin birbiriyle ilgisi bulunmamaktadır. Gezi Parkında darbe çağrısı yoktur. Gezi Parkına bazı provokatif hareketler karışmışsa da genelde demokratik bir eylem olarak kabul edilmelidir.
Halkın %50’den ibaret olmadığının, toplumun sesine kulak verilmesinin, tek tipleştirmeye ve yaşam tarzına müdahaleye karşı olunduğunun, demokrasinin dört yılda bir gelen sandıktan ibaret olmadığının, laik ve demokratik bir yapımızın bulunduğunun, katılımcı demokrasiyi ve yönetime katılmayı benimsediğimizin dikkate alınması gerekli görülmektedir. Hukuk ve adaletin esas alınmasının ve siyasi otoritenin güvenlik güçlerinin dengeli davranmasına imkân yaratmasının istikrar ve huzura katkısının olacağı değerlendirilmektedir.