"Milli aşı"yı kim neye kurban etti?
Derler ya her şerde bir hayır vardır diye.. Uzun müddet direndikten sonra, Dünya Sağlık Örgütü'nün de havlu atıp "küresel salgın" demek zorunda kaldığı "Koronavirüs", hanidir gözardı ettiğimiz bir gerçeği hatırlattı bize. Farkında mısınız, çok uzun zaman sonra ilk defa siyasilerden, siyasi iktidardan değil, sermayeden, paradan, "patronlar"dan değil, "alim" maskeli inanç tacirlerinden, şeyhlerden, şıhlardan değil, iki "onun köküyle bunun sapını karıştır" reçetesi yazdı diye şifacı ilan edilen dolandırıcılardan deği,l "bilim adamları"ndan bekliyoruz dermanımızı;
Medet ya bilim!
Gözümüz kulağımız "bilim kurulları"nda, "aşı labaratuvarları"nda…
***
Yeri gelmişken…
Sahi, bizim bir "milli aşı" vardı, o ne oldu bu arada?
***
Daha önce cevabını aramaya kalkışan olduysa denk gelmiştir mutlaka. Bilim insanlarımızın "deha"larının neden Kapıkule'yi geçtikten sonra ortaya çıktığı/"fayda"ya dönüştüğü konusundaki tahminlerimizi pekiştirecek, tuhaf ama hayli tuhaf bir hikaye çıktı karşıma.
***
Adil Allahverdiyev… Azerbaycanlı bir Türk tıp profesörü. Profesörlüğünü Moskova'da kazanmış. 1993 yılında, aldığı davet üzerine Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde çalışmaya başlamış. -Ak saçlarının hatırına değildir herhalde- Araştırmaları, makaleleri, bildirileri, yürüttüğü projeler, aldığı patentlerle alanında sivrildikçe daha çok dikkatleri çekmiş üzerine. Nitekim, 2006 yılında, Yıldız Teknik Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü "Gel, bu çalışmaları (İmmunoloji, tanı, kemoretapi, nanoteknoloji, kök hücre, doku mühendisliği) bizim bünyemizde yürüt" demiş. Allahverdiyev de gelmiş. İlk iş üniversiteye bir Hücre Kültürü ve Doku Mühendisliği laboratuvarı kurmuş. Çalışmalarının öncelikli gayesi "Yerli ve milli aşıların üretilmesi"ymiş. Ekibiyle birlikte kayda değer bir yol da katetmiş. Bazı alanlarda "dünyada ilk ve tek" olan aşı çözümlerini formüle etmiş.
2019'da yapılan 6. Tıp Kurultayı'nda, Allahverdiyev'in bu çalışmalarını da içeren konuşmasını dinleyen Cumhurbaşkanı, kendisiyle tanışmak, şahsen tebrik etmek istemiş. Birlikte fotoğraflar çektirilmiş.
Zaten ne olduysa da ondan sonra olmuş.
Üzerinde çalıştığı "milli aşı" tam da artık bir "ürün"e dönüşmüş, "üretim"ine geçilecek hale gelmişken, Allahverdiyev'in üniversitedeki görevine son verilmiş. Gerekçesiz. YÖK onayı olmadan.
Öğretim üyeleri, öğrenciler imza kampanyaları başlatmışlar, yöneticilerle temas kurmaya çalışmışlar, konu mahkemeye taşınmış ama Allahverdiyev'i kovanlar Nuh demiş, peygamber dememiş.
***
Allahverdiyev'i üniversiteden uzaklaştırmaya dönük direncin bu kadar katı ve güçlü olduğunu görünce ne yalan söyleyeyim, işin içinde FETÖ-METÖ bir bit yeniği mi var acaba diye işkillendim. Hatta hem birkaç meslektaşına hem de Türkiye'de yaşayan Azerbaycan Türkü başka hocalara sordum. Ağız birliği yapmış gibi "Hayatı laboratuvardı" dedi hepsi. Keza, basit bir internet taraması bile doğruluyor bu tezi; bilimsel yayınlar ve Azerbaycan Türklerinin düzenlediği Hocalı gibi anma toplantılarından başka hiçbiryerde karşınıza çıkmıyor ismi. Hem telefonda hem de yüz yüze olmak üzere iki defa konuştum; kendisi de bu anlamda son derece müsterihti. "Ben sadece bilim yaptım. Hakkımda, bir tek kötü söz eden bulamazsınız. Kaldı ki, hata da yapmış olabilirim. Ama ne yapmışım. Biri bana bunu söylesin. Ben mahkemeye başvurduktan sonra olmayan suçlar yarattılar, adımı karaladılar. Sonsuza kadar beni burada çalıştırmak zorunda değiller, ben böyle bir şey beklemiyorum. Ama böyle mi olmalıydı?" dedi. Yetiştirdiği doktora öğrencilerine, uluslararası yayınlarına, yürüttüğü projelere göre yapılan akademik sıralamaları gösterdi; adı hepsinde en tepeydi.
Üstelik, geçtiğimiz yıl Aşı Bilim Kurulu üyesi de seçilmişti.
***
Velhasıl…
"Neden" sorusunun karşılığı koca bir "hiç"ti. Ve bir "hiç" uğruna heba etmek istemiyordu emeklerini.
Bu noktadan sonra yeniden işe alınmak filan değildi beklentisi; nezaketti.
Emeklerinin gasp edilmemesi, hakkının teslimiydi. Küçük bir teşekkür mesela, bir küçük veda töreni, bir buket çiçek, bir plaket… Adının, üretim noktasına getirdiği "aşı"yla yaşaması…
Hangisi zordu ki? Neden esirgendi?
Tam bu noktada, ister istemez rafa kalkıyor insanın iyi niyetleri;
Mesleki kıskançlık, çekememezlik mi?
Bilim hırsızlığı mı?
"Küresel ilaç şirketleri…" diye başlayan çok daha geniş çaplı komplolar mı?
Ne olabilirdi, "yerli ve milli aşı" çalışmalarını yürüten ekibin dağıtılıp, bir de üzerine hocalarının itibarsızlaştırılmak istenmesinin perde arkasındaki?