“Mezhep” kıvılcımları bölgemizi kavuruyor!

Ne acıdır ki; yıllardan beri bunalım hatta savaşların eksik olmadığı Orta Doğu, şimdi de “mezhep çatışmaları” tehdidi altında görünüyor.
Hatta, Suriye ve bugünlerde Irak’ta büyük mezhep savaşları “trajik bölgeyi” yakıp kavuruyor.
Gerçekten de, yıllar önce sadece Lübnan ve dolaylarında cereyan eden mezhep kavgaları şimdi gün geçtikçe yayılma eğilimi içinde bütün bölgeyi sararken, iç savaşlar bile bekleniyor.
Hizbullah, Müslüman Kardeşler ve El Kaide gibi bünyesinde silahlı güçler de bulunduran örgütlerin şimdi doğurduğu şuursuz güçlerin kanlı eylemleri Orta Doğu haritasını “mezhep gerilimi” ve kanlı savaşlarıyla ile ısındırıyor.
Tarihte feci örnekleri olan Emevi siyasetinin “Ben Sünni’yim, sen Şii’sin” mantığına ABD ve bilinen müttefikleri de taşeronluğu veya görünür-görünmez patronluğu eklenince, karmaşık tehditler, istilalar endişe doğuruyor.
Katar ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkelerinin yıllardan beri çekindikleri hatta korktukları bir Şii tehdidine karşı her zamankinden daha fazla direnç göstermesi kısacası kanlı terör örgütlerine gizli-açık yardımda bulunması günlük hayatı bile zorluyor.
Lübnan’ın kuzey kenti Trablus’ta Alevi mahallesi Cebel Muhsin ve Sünni mahallesi Bab el Tabbana arasında geçtiğimiz yıl başlayan ve çok ölü ile yaralının olduğu bildirilen çatışmaların zaman içinde Suriye’ye geçmesi akabinde de Irak’ı alt üst etmesi, kıvılcımların nasıl büyük yangınlara neden olduğunu gösteriyor.
Özellikle, (IŞİD) Irak-Şam İslam Devleti örgütünün, büyük yardım görerek, beklenmedik şekilde Irak’ın içine sızması ve adeta toprak kazanması “mezhepsel” bir gizli planın gündemde olduğunun işaretlerini veriyor.
Ne var ki, “mezhepsel” olgunun er veya geç daha büyük çatışmalara hatta uluslararası ihtilaflara neden olacağı şimdiden tahmin ediliyor.
Her şeyden önce, içine Mısır, Lübnan, Suriye ve Irak’ın bulaştırıldığı “mezhep” çatışmaları kuşağına zamanla İran, Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin de dahil olmayacağını kimse şimdiden bile iddia edemiyor.
Uğursuz “Arap Baharı”yla başlayan yanlış dış politikamızın, karşımıza çok ciddi bir Şii ittifakı çıkarabileceğini her an düşünmemiz gerekiyor.
Türkiye’nin içinde bulunduğu nazik konumu özellikle “mezhepsel” anlaşmazlıklara hele çatışmalara “tarafsız” kalmasını kesinlikle icap ettiriyor.
Zaten, şimdiye kadar başımıza gelenler, bu dengeyi kaybetmemizden kaynaklanıyor.
Üstelik, Türkiye’nin “mezhep” konusunda çok hassas davranıp, özellikle iç durumunu asla gündeme getirmemesi vaz geçilmez bir koşul olarak öne çıkıyor.
Unutulmamalı ki; Batı daima, yaraları kaşıyor ve “Mezhep kavgaları”nı kışkırtıyor.
Ayrıca, IŞİD gibi kanlı bir örgüt taşeron olarak piyasada dolaşırken, önce “mezhep” kavgalarını sonra da çatışmalarını bölgeye bulaştırmak sanıldığından da daha kolay oluyor.
Ne yazık ki, Müslüman’ı Müslüman’a vurdurarak toprakları parçalamak isteyen “şer güçler” daha doğrusu “süper devletler” yıllarca aradıkları ortamı bulmanın tadını çıkarıyor.
Aslında, bir taşla değil iki kuş birkaç kuş vuruluyor.
Hem Müslüman ülkeleri bir birine vurdurup huzursuzluk çıkarmak, hem de petrolü daha doğrusu enerjiyi ve yollarını denetim altına almak Batı’nın şeytanca doktrinlerinin arasında ilk sıralarda yer alıyor.
Dolayısıyla, enerjiye veya kaynaklarına ulaşmak, günümüzde tüm ülkeler için önde geliyor.
Gezegenimizde, en büyük acının, en büyük kan dökmenin ve en büyük kazanç elde etmenin “petrol” yüzünden kaynaklandığı yıllardır kabul ediliyor.
“Mezhep” kışkırtıcılığı ile Lübnan’ın kuzey kenti Trablus’ta Alevi mahallesi Cebel Muhsin ve Sünni mahallesi Bab el Tabbana arasında başlayan kavgaların yaydığı kıvılcımların Suriye’yi aştıktan sonra Irak’ta büyük yangınlara neden olacağını galiba sadece Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın tahmin edemediği de ortaya çıkmış bulunuyor.
Çökmüş dış politikamıza rağmen; tarihte, sık olmasa bile hatalardan dönmeye rastlanıyor.

Yazarın Diğer Yazıları