Medya- matbuat, kalemi çöpe at!..
Türkiye'de, medyanın "yandaş"laştırılması, denetim altına alınması ve susturulması çabaları ne yazık ki bitmiyor...
Bu ülkede, son 20 yılda, özellikle "matbuat-basın-medya" dönüşümü sırasında neler neler oldu acaba farkında mıyız?..
Anlı şanlı hangi gazeteler yok yere el değiştirdi, niceleri battı, bazı gazete patronları ilginç oyunlarla nasıl da bir çırpıda bertaraf edildi?..
Ne yazık ki, demokrasiyi ayağından değil, bizzat başından vuran bir siyaset pervasızlığıyla gerçekleştirildi "basın"daki teslimiyet dönüşümü!..
İşte bu sırada; ne tuhaf ki, siyasetin yıllarca tek başına iktidarda durması kimi politikacılarda "güç zehirlenmesi" başlatınca, medya da, hükmetme mekanizmasının en revaçtaki, en tehlikeli ve en organize silahına dönüştürüldü...
Üstelik "hür" olması gereken "basın" mide bulandırıcı bir rantiye tazgahında "yandaş"lık elinde "medya maymunu"na çevrildi ki, ne "haber"cilikten eser kaldı ne "basın özgürlüğü"nden ne de gazetecilerin iş güvencesinden...
Üstelik basının kara dönemi olan son 15 yıldaki medyalaştırma çabalarında her şey cebren ve hile ile baskı ve zorbalık ile yapıldı ki, dünya basını, Türkiye'de "özgürlük" açısından yaşanan olayları utanç verici başlıklarla duyurmaktan geri durmadı...
İşte bu sırada, önemli medya kalelerine sızdırılan gazeteci kılıklı kimi sarhoş (!) liboşların teslimiyet bayrağı çeken iş birlikçiliği de basın tarihine kara bir leke olarak geçti...
Peki; Neler mi yaşandı basından-medyaya dönüşürken matbuat dünyasında?.. Neler olmadı ki;
Mafya babalarınca "kimya"sı değiştirilerek teslimiyete-satışa zorlanan patronlar mı dersiniz, sahipleri "parti" kurunca topyekûn operasyona uğrayan medya imparatorluğu "star"ları mı, yoksa devlet bankasıyla yandaşlara aldırılan ve sabah- akşam borazanlık yapanlar mı?..
***
Kendini tüketen medya!..
Gazeteciliğin tek derdi yandaşlaştırılmak, susturulmak, sansürlenmek, tehdit-şantaj aracı haline getirilmek ya da siyasetin zoraki propaganda algısıyla, tek notada zırvalayan borazan olmak değil...
Terörden en çok muzdaripken, terör örgütlerinin de rahatlıkla gazete ve televizyon yayını yaptığı bir tuhaf ülkedir burası...
Ancak bu mecrada tek vahim konu Hizbullah'ın, El Kaide'nin, PKK'nın, tarikat-cemaat adı altındaki şeriatçı örgütlerin gazete, dergi, radyo ve televizyon yayıncılığı yaparak medyayı zayıflatması-yıpratması ve saygınlığını yitirmesi değil elbette...
Daha da beteri yaşandı bu ülkede... Bir zamanlar siyaset rantında gövde gösterisi yapan "cemaat medyası", iktidar borazanlığından, iktidar zehirlenmesine yelken açınca, "terör örgütünün yayın organı" damgasıyla tarumar edilerek, 40 yılda büyüyen gücünü bir çırpıda tüketmedi mi?..
Peki; bir zamanların güvenilir dağlarına karlar yağmasına ne demeli?.. Yani, asırlık bir gazetenin yanlış ellerde, liboş cephelerde ve iş birlikçilik koridorlarında kendi ayağına kurşun sıkmasına, mahkemelerde terör örgütleriyle ilişkilendirilecek hale düşürülmesine ne demeli?..
Baksanıza; adını Atatürk'ün koyduğu Cumhuriyet gibi bir gazete bile, bir yandan FETÖ'ye siper oluyor, diğer yandan da, "PKK'lılar Kandil'de yere izmarit bile atmıyor" şeklinde şehitlerin kemiklerini sızlatan başlıklar atarak Öcalan güzellemesi yapıyor ve kendini de hızla tüketebiliyor!..
Velhasıl; muhalif olması gereken asırlık bir gazete, iftiracı, beceriksiz zavallıların elinde itibar yitirmeye, tükenmeye ve erimeye devam ederken, olan muhalif basına umut bağlayan demokrasi kesimlerine oluyor...
Ve bu örnek de, kimi medyanın cemaat ve siyasetin güç savaşında kendini kullandırarak tüketmesi açısından, basın tarihindeki itibarsız yerini alıveriyor...
***
Teslimiyet ve satış!!!
Ve gelelim satışı beklendiği kadar şaşkınlık yaratmayan Hürriyet grubunun el değiştirmesi meselesine... Yani, bir zamanlar en güçlü konumdaki medya imparatorluğunun bizzat sahiplerince "pasifize" edilmesine...
İki nedeni var bu satışın pek de yankı uyandırmamasının...
Örneğin, grubun satılacağı tartışmaları yıllardır zaten devam ediyordu ve "tasfiye" de her an bekleniyordu...
Diğer yandan, söz konusu grup uzun süredir zaten hükümetin baskısı altındaydı ve kamuoyunda da ne yazık ki "teslim" olduğu yolunda yaygın bir kanı oluşmuştu...
O teslimiyet; yalnızca, "televizyonlara neden çıkmıyorsunuz" sorusuna muhatap olan bizler gibi nicelerinin "ambargo"ya uğramasından değil, aynı zamanda gruptaki onlarca gazeteci ve televizyoncunun tasfiye edilmesinden de belliydi...
Ve tabi ki, Hürriyet grubunun AKP'ye karşı son yıllardaki "yumuşak muhalefeti"ni anlatmaya gerek bile yok...
Çünkü AKP'nin baskıcı siyasetine karşı "ihtiyatlı" habercilik tavrı son yıllarda ekranlara ve sayfalara öylesine şaşırtıcı örneklerle yansıdı ki, bir zamanlar hükümetlere kök söktüren gazetecilikten de eser kalmamıştı...
Paradoks içeren, yanıt aranan, ancak ne ilginç ki cevapları çok iyi bilinen soruları sormak mı gerekiyor tam da bu sırada;
"Amiral gemisi" battı mı, rota mı değiştirdi, yoksa dümene başkası mı geçti?..
Medya zaten teslim olmuştu da, grubun satılmasının pek bir anlamı mı kalmadı?..
Satılan medya organları istediği kadar milyar dolarlarla pazarlansın da, o eski gücü, etkisi ve değeri devam edebilecek mi?..
Tüm bu soruları herkes soruyordur da, hiç kuşkunuz olmasın yanıtları açısından da beklenen "sonuç" hiç fark etmeyecektir!..
Çünkü yüzde 70'i zaten hükümet denetiminde olan Türk medyası "yandaş"lık koridorunda yeni bir güzergaha daha kavuşursa, vah memleketin de, siyasetin de, basın özgürlüğünün de haline!..
Velhasıl; ülkeyi her açıdan teslim alan AKP iktidarı döneminde hangi medya grubu el değiştirirse değiştirsin, "basın özgürlüğü" açısından kamuoyundaki algı aşağı yukarı şu sorunun içinde debelenip duracaktır;
"Medyada konserve habercilik, yandaşlık, tek elden habercilik, gerçekleri gizleme çabaları, sansür, tasfiye, yayıncılığın siyasete köle edilmesi, utanç verici dezenformasyon ve memleketi 'güllük gülistanlık' gösterme algısının silahı biraz daha mı güçlenecektir?.."