"Madımak" da Mamak da yetişiyormuş zaten…
Üzerinden 27 yıl geçti ama ne acısı dindi, ne yarası iyileşti, ne tartışması bitti "Sivas katliamı"nın. Bunca yıl içinde acısında uzlaşmayı beceremediğimiz, bir ortak yas tesis edemediğimiz gibi adında da ayrışıyoruz şimdi.
Yakasına "AK Partili" rozeti takınca, "ol" dediği her şeyi oldurabileceğini düşünen biri utanmamışı geçtim, üşenmemiş de, kalkmış eni konu suç duyurusunda bulunmuş; "Sivas Katliamı" demek "suç" olsunmuş. "Sivas Olayları" bile denmese iyi olurmuş. Bunlar Sivas'ın imajına zarar veriyormuş.
***
35 insan diri diri yakıldı.
"Katliam" demeyelim de ne diyelim mesela?
"Fıtrat" mı;
"Alevi"liğin, "aydın"lığın, "ozan"lığın, "yazar"lığın, "şair"liğin, "çocuk"luğun (zira aralarında çocuklar da vardı), "gariban"lığın, "emekçi"liğin (zira aralarında saldırıya uğrayan otelde bulunma nedeni sadece 'ekmek parası' olan çalışanlar da vardı) fıtratında mı var böyle hunharca kırılmak?
***
Failleri hâlâ "cayır cayır yakılmayı" müstahak görürken, "cehennemlik" varsaydıkları ve "azrail"liğine soyundukları o insanlara; biz "kaza" mı diyelim? Sanki "istemeden", "yanlışlıkla" olmuş gibi?
Benzin bidonuna çakmakla kafa attılar mı diyelim mesela?
Gözünü kin bürümüş o kalabalığı, attıkları sloganları, taşları, sopaları, kurtulanları lince kalkışmalarını unutalım ve o gece Madımak Oteli'ne yıldırım düştü mü varsayalım; "fay hattı" üzerinde olduğu bilindiği halde muhtemel bir depreme karşı hiçbir önlem alınmayan, adeta birer beton toplu mezar yeri gibi inşa edilen şehirlerin başına gelen gibi doğal afettir belki ha?
***
Madımak Oteli'nde diri diri yakılan o insanlar; Sivas Valisi'nden aldıkları davet üzerine ve Sivas'ta yaşamış, sonradan Sivas Valisi olan Hızır Paşa tarafından idam ettirilmiş Pir Sultan Abdal adına düzenlenen etkinliğe katılmak üzere orada bulunuyorlardı.
Becerebilirseniz buyurun; neresinden arındırabilirsiniz "Sivas"ı!
Velev ki telaffuz etmedik adını;
"Madımak" deyince, öylesi daha kafiyeli oluyor diye Mamak mı gelecek sanıyorsunuz insanların aklına; 12 Eylül'den de mimli nasıl olsa, "komaz(!)" ona!!!
Oldu olacak Kültür Bakanlığı'na da başvurun da, "imajı zarar görmesin" diye başka bir ad tayin etsin Sivas yemeklerinin en meşhurlarından olan madımak otuna!
***
Otelin adını da anmayalım isterseniz;
Hani insanların diri diri yakılmasına nazire yapar gibi, eşsiz bir duyarsızlık namzeti olarak önce kebapçı yapılan, "sivil toplum" Utanç Müzesi'ne dönüştürülmesine çalışırken, Sivaslıların çocuklarını "gururla(!)" yollayabileceği bir Bilim ve Sanat Merkezi haline getirilen "malum yer" diye düşelim ister misiniz tarihe?
Göğsünüz kabarır mı o zaman; kurtarır mı imajınızı!
***
"Sivaslılar"ı tenzih ederim, sözüm "Sivaslılık"larını öne sürerek böyle apır sapır çıkışlar yapanlara;
Eğer sahiden de kendilerini bu "katliam"dan ayrıştırmak, canilerden ayrı bir yerde konumlandırmak gibi bir dertleri olsaydı, geçen 27 yıl içinde, sayısız "Sivas'ın imajı"nı kurtarma fırsatı çıktı önlerine;
Firarilerin yakalanması konusunda işbirliği yapabilirlerdi mesela…
Failleri savunmayı reddedebilirlerdi…
Zaman aşımına karşı mücadeleye katılabilirlerdi…
Bu anlamda her nevi siyasi ve hukuki mücadelenin, protestonun en önünde, herkesten önce onlar yer alabilirlerdi…
Hangisini yaptılar?
***
Bu vesileyle ben de buradan bir duyuruda bulunmak istiyorum;
Sivas'ta katledilenlerin en azından mezarlarında huzur içinde uyumaları için kılını dahi kıpırdatmamış, ailelerinin ve toplumun derin yaralarını sarmaya çalışmamış, "adalet"in tecellisine katkı sağlamamış olup da, "imajımız bozuluyor" gerekçesiyle, "katliam"ı, "katliam"ın yapıldığı yer olan Sivas'ın adıyla anmanın "suç" sayılmasını istemek tarihi bir ayıp, utanmazlık ve dahi pişkinlik sayılsın!
Baro meselesi değil…
Gündeme geliş şeklinden başlayarak "çoklu baro" konusundaki her şer çok garip gelişiyor;
Adalet Bakanı "Böyle bir çalışmamız yok" dediği halde, "AK Partili hukukçular" denen bir grubun "böyle bir çalışmaları" olduğu ortaya çıktı. Anlaşılan o ki, Bakan'dan gizli-saklı yahut Bakan'a rağmen yürütülmüş bir çalışmaydı.
"FETÖ"den tabiri caizse en büyük kazık "yargıya sızmalar" üzerinden yenmişken; yargıyı doğrudan etkileyecek böylesi bir düzenleme, hem de "FETÖ projesi" olduğu bilinirken, FETÖ kumpaslarının önde giden savunucularından birine emanet edildi.
Adalet Bakanı, "Ben de avukatım" diyerek baroların taleplerine hak verdiği halde, barolar "dertlerini anlatmak" üzere yürüdükleri Ankara girişinde engellendi. Sıradan bir müdahale değildi; kabalık, saygısızlık, haksızlık ve hukuksuzlukla birlikte kelimenin tam manasıyla zulüm vardı.
Baroların akabindeki açıklamalarına aleni bir ambargo uygulandı.
Nihayet…
Türkiye genelindeki bütün baroların iştirak edeceği, "Bilim Kurulundan görüş alınarak" düzenlenen "Büyük Savunma Mitingi"nden bir gün önce Ankara'da 15 gün süreyle "her türlü toplantı, gösteri, yürüyüş ve etkinlik" yasaklandı.
Mitingi, miting yapılamıyorsa buna karşı tepkileri sansürlemeyecek olan ve sayıları zaten bir elin parmaklarını geçmeyen televizyon kanallarından ikisi 5 gün süreyle kapatıldı.
Şüphe duymak için daha fazlasına ihtiyaç var mı;
Ucu millete dokunacak bir şeyler oluyor!
Hazmettiremeyecekleri kadar büyük, ağır bir açılımın sesi zahir kıstıkları…