Kur artışını değerlendirmeliyiz...
17 Mayıs 2013, FED kararından bu yana, dün öğlene kadar, dolar kuru yüzde 30 oranında artmıştı. Merkez Bankası reel kur endeksine bakarsak, dolar kurunun 1.21 olması gerekirdi. 1.37 olunca bu defa dolar kuru aşırı değer kazanmış oldu.
Küreselleşmede hesap döndü... Gelişmekte olan ülkelere uyuşturucu etkisi yapan sıcak para, cari açığa rağmen, aynı zamanda kur üstüne baskı yapıyordu. Aslında dalgalı kur politikasında, cari açık olunca döviz ihtiyacı ve dövize talep artar... Döviz kurları artar... Cari açık azalır. Ne var ki sıcak para girişi cari açıktan daha fazla oldu ve bu kural çalışmadı.
Dünyada kur savaşları olurken, sıcak paranın rehaveti ve spekülatörlerin siyasete hakimiyeti ve medya hegemonyası ile, düşük kura karşı on bir yılda herhangi bir önlem alınmadı.
Onuncu Yıl Marşı’nı adeta yasaklayan AKP iktidarının kendi onuncu yılında, Türkiye 403 milyar dolar cari açık verdi ve dış borçları 373 milyar dolara yükseldi... Yetmedi Türkiye’yi “Yükselen ekonomiler” diye pohpohlayan spekülatörler, FED kararından sonra aynı Türkiye’yi Beş kırılgan ülkenin başında ve en kırılgan ülke olarak ilan ettiler.
Önce söylemek gerekir ki adı ne olursa olsun, başta ekonomi yönetimi ve spekülatörler, kur artışı ile bugüne kadar besledikleri düşük kur politikasının altında kaldılar.
Bana göre reel kur endeksine göre, doların 1.21 liraya çıkması piyasa tarafından yapılan bir düzeltmedir. 1.21 sonrası piyasanın yaptığı bir devalüasyondur.
Parantez içinde söylemek gerekirse, reel kur endeksine göre de olsa, 1.21 gibi kesin bir denge kuru yoktur. Bu değer yaklaşık bir değerdir.
Kur artışını değerlendirirken, Tüketiciye veya üreticiye şu kadar faydası veya zararı olur demek yanlıştır. Zira bu fayda ve maliyet, özel fayda ve maliyet yanında sosyal fayda ve maliyeti de içerir. Sosyal faydanın, söz gelimi orta ve uzun dönemde ortaya çıkacak olan yerli üretim artışının ve sonuçta gelir artışının ne kadarı tüketiciye yansıyacağı yalnızca kur artışına bağlı değil, aynı zamanda uygulanmakta olan diğer iktisat politikalarına da bağlıdır. Bunun için üretici veya tüketici (hane halkı da üretici veya tüketicidir) bu kadar kâr veya zarar etti diye hesap yapmak gerçeğe uymaz.
Söz gelimi kısa vadeli dış borcu olan şirketler ve bankaların kur artışı nedeniyle, TL olarak dış borç yükü artar. Ancak aynı şirketlerin döviz geliri varsa, bu yük düşer. Türkiye için çok konuşulan, bir şirket veya patron, yurt dışında tuttuğu kendi dövizini dış borç olarak kullanmışsa, yine bu yük düşer. Yine şirketler kısa vadeli borcu borçla yenilerse, borç uzun dönemli borç haline gelirse, faiz maliyeti artabilir ve fakat uzun dönemde yeni makro dengeler oluşacağı için, maliyet tersine de olabilir.
Dünkü basında otomotiv sektörünün bir temsilcisinin kur artışından şikayeti vardı.
Gerçekten otomotivde ithal girdi oranı yüzde 60-65 olarak kabul ediliyor. Yerli girdi oranı da yüzde 35-40 demektir. Elbette kur artışı otomobil fiyatlarını artıracaktır. Ancak bir-iki yıl içinde pahalı geldiği için otomotiv sektörü yerli girdi oranını artıracaktır. Yani artan kur iç üretimi daha cazip hale getirecek ve Türkiye’nin ara malı ithalatını düşürecektir.
Yine artan kur, otomotiv sektöründe ihracatı artıracaktır. Zira kur artışı otomobil ihracatında, üreticinin elini güçlendirmiştir. Pazarlık payını artırmıştır.
Otomotiv sektörü ikayet yerine, yerli girdileri artırsın, ihracatı artırsın. İhracatını artırması için, önce ihracatçılarla-ithalatçıların ayrılması gerekir. Farklı istek ve uzmanlık gerektiren bu iki sektörü, bugünkü İhracatçılar Meclisi’nde olduğu gibi, aynı kefeye koymak doğru değildir.
Yine kur artışı kısa dönemde, üretimde bir düşme getirip, işsizlik oranını artırabilir. Ancak orta ve uzun dönemde ithal ettiğimiz ara mallarından bir kısmını kendimiz üreteceğimiz için istihdam artışı olacak ve işsizlik oranı düşecektir.