Kumpas meşrudur...
Zaman ne kadar çabuk akıyor... Dile kolay 11 yıl olmuş... Sabah sütçü yerine polisin kapıyı çalıp, canlı yayında televizyon kameraları eşliğinde evlere girişler... "Flash, flash Ergenekon'da bilmem kaçıncı dalga... Polis çok sayıda bomba ele geçirdi... Her yerden bombalar fışkırıyor... Çok sayıda göz altı var." Türkiye'nin seçkin bilim adamları, gazetecileri, askerleri tek tek göz altına alınıp, Beşiktaş'ta "heykeli dikilecek savcı" tarafından sorgulanıp, bir gecede çıkarılan yasa ile "özel yetkili" ilan edilen mahkemelerce tutuklanırken toplumun önemli kesimi "Vay be..." diyerek kurulan kumpasa inanıyordu. Bugün hiç bir şey olmamış gibi davranan medyanın büyük bölümü de "örgütü" manşete taşıyarak kumpasın resmen tetikçiliğini yaparak "algı operasyonu"nda en önemli görevi yerine getirdi. Aradan 11 yıl geçmesine rağmen dönemin tetikçileri, kalemşorları bugün en azından "Yanıldık... Pişmanız... Özür dileriz..." bile diyemiyor. Bu memleketin gazetecileri, bilim adamları birer birer tutuklanırken meslektaşları "Bu insanlar bunları yapmaz! Bu davaların altında başka amaç var!" diyemediler. Televizyon ekranlarında, kendilerine tahsis edilmiş köşelerinde "Ateş olmayan yerden duman tütmez!.." diyorlardı. Silivri zulümhanesindeki duruşmalara bir gün, bir saat gidip duruşmaları izlemediler. Sanıkların avukatlarının, ailelerinin telefonlarına bile çıkmadılar. Savcıların sızdırdığı ifadelerdeki cımbızla seçilmiş satırları okuyup "Demek öyle... Bunlardan her şey beklenir" diyerek parmak sallıyordu. Polis daha eve girmeden "şu kadar silah-bomba bulundu. Terör örgütü suçundan gözaltına alındı" haberini ne yazık ki devletin resmî televizyonu TRT bile son dakika haberi olarak geçiyordu. Yasa dışı dinleme tapelerini yayınlıyordu. İnsanların özel hayatlarına ilişkin haberler manşetlere taşınıp fiilen itibar infazı yapıyorlardı.
***
İlk günden itibaren tavır aldık. Önce "Ergenekon" ismine itiraz ettik! Sonra "Zekâ seviyemizle kimse alay edemez! İddiaların hepsi saçma... Hukuksuz delillerle dava açılamaz" dedik... Yıllarca devam eden duruşmaları başından sonuna kadar izledik... İsim vermeme gerek yok tutuklu gazetecilerin gazeteleri bile kendi yazarlarını, çalışma arkadaşlarını savunmazken gerçekleri haykırdık..
***
Hayatımızın hiç bir döneminde bir araya gelmediğimiz, aynı havayı solumadığımız gibi dünya görüşlerimizin uyuşmadığı dahası geçmişte farklı kulvarlarda hasım olduklarımızın masum olduklarına inandığımız için savunduk. Bu devletin Başbakanı "Ben bu davaların savcısıyım" derken cübbemiz olmadığı halde "biz de avukatıyız" diyerek meydan okuduk. Birileri "aldatılırken" her fırsatta "aldanıyorsunuz" uyarısında bulunduğumuz için de başımıza gelmeyen kalmadı. Dava üzerine dava açtılar. Günlerce park halinde duran aracımıza hız sınırını geçmekten, kırmızı ışık ihlalinden cezalar yağdı. Vergi cezaları kesildi. Peşimize ajanlar salındı. İftiralar atıldı. Gönderilmeyen ihbarnameler, alınmayan ifadeler yüzünden gece yarısı otelde göz altına alınıp, akşama kadar nezaretlerde tutulduk. Kumpası ortaya çıkarma gayretlerimiz yüzünden tehditlere, şantajlara maruz kaldık. Uzatmayalım... Söz uçar yazı baki kalır... Hepsi arşivlerde kayıtlı... Tarih yazacak elbette. Merak ettiğim tek şey "aynalara nasıl baktıkları"dır.
Sonuçta kumpas ortaya çıktı. Savcı mütalaasını açıkladı. Beraat istedi... Tetikçiler, infazcılar dahil herkes alkışlıyor. Durun ya huu... Bu kumpasın ilk günden beri avukatlığını yüklenen değerli kardeşim öylesine özetledi ki...
Mehmet Tolga Akalın: "CMUK 223, beş türlü beraat hali öngörülmüştür. Savcı 'delil yetersizliği' diyor. Oysa talep 'yüklenen suçun sanıklar tarafından işlenmediğinin sabit olması' olmalıydı. Bu talep ile savcı 'Kumpas yok, dava var ve ancak delil yok kumpas meşrudur' demiştir." diyor.
İşin özeti "Kumpas meşru" olduğuna göre kapatalım konuyu. Unutsun herkes...
Öyle mi?