Kritik bir seçim daha!
Alev çemberi içindeki Türkiye, gerçekten de "kritik" bir seçim daha geçirmiş bulunuyor.
54 milyon 49 bin seçmenin, 175 bin sandıkta oy kullanması beklenirken, katılımın dengede kaldığı anlaşılıyor. Tam 16 siyasi parti ve 21 bağımsız adayın seçime katıldığı ve Yurt dışı Seçmen Kütüğü'ne kayıtlı 2 milyon 898 bin seçmenden, 1 milyon 267 bininin sandığa giderek siyasi tercihini yaptığı da görülüyor.
Bu arada yurt dışında oy kullanan Türk seçmenlerin sayısı 7 Haziran seçimlerine göre yüzde 22.5 artması dikkatlerden kaçmıyor.
Ne var ki; netice nasıl yorumlanırsa yorumlansın muhtemelen, Türkiye'nin sorunlarını çözecek hükümetin göreve gelmesi, geniş halk tabakaları tarafından benimseniyor. Yani seçmenin yeni beklentisi, iktidarı zorluyor.
En azından, demokrasiye yeniden dönülmesi, özellikle basın özgürlüğünden bahsedilmesi artık Türkiye'nin öncelikleri arasında yer alıyor.
Gerçekten de hür dünya, Türkiye'nin en büyük sorununun yaşanan demokrasi buhranı olduğu üzerinde "hem fikir" bulunuyor.
Öncelikle düşünce özgürlüğü
Her alanda olduğu gibi medya sahasında da, ülkemizde bir "ayrımcılık" adeta sırıtıyor.
Hatta çeşitli "şok" iddialar ortalıkta geziniyor.
Özellikle basına yapılan baskının şiddeti, uluslararası medyada sık sık eleştiriliyor, hatta kınanıyor.
Medyaya karşı şiddetin hiçbir zaman tasvip görmemesi icap ediyor.
Bilinmelidir ki, demokrasiyle yönetildiğini iddia eden bir ülkede, her şeyden önce "düşünce özgürlüğü" dolayısıyla basın hürriyeti önde geliyor.
Basın hürriyetini, zorbalıkla şiddetle, silahla susturmaya kalkışmak kadar, yasaların ters yorumlanması veya uygulanmasıyla aynı "cürüm" işleniyor.
Yani, medya mensuplarına, organlarına veya kuruluşlarına her şeyden önce ister şiddet, ister yönetim zoruyla, yapılan eylem ve girişimleri kınanmak asla yetmiyor.
Değer yargıları alt üst olurken; herkes, her kesim, birbirini itham etmek gereğini duyuyor.
"Medya dünya"nda, karşılıklı ithamlar, ortaya atılan iddialar, bir yandan mesleğimizi yıpratırken, bir yandan da insanı derin düşüncelere götürüyor.
Ve eğitim reformu
Neyi eşelerseniz, altında bir "marifet", bir "tezgâh" çıkabiliyor.
Çarpık fikirler ve tehlikeli isterilerle yanlış yönetilmiş bir toplumda, bu "tahribat"ı bekleyenler; ne yazık ki, çoğu vakit amaçlarına varıyor.
Diyeceğimiz odur ki, "beyni yıkanmak" istenen toplumumuzda maalesef bir "aşınma", bir "yıpranma" görünüyor.
Velhasıl, etrafımız bir "ateş çemberi" iken, demokrasiye dolayısıyla insan haklarına ve özellikle düşünce özgürlüğüne sıkı sıkıya sarılmak hepimize düşüyor.
Yeni hükümeti her şeyden önce, çeşitli "çetrefilli" sorunların yanı sıra, demokrasiye uyum gibi güçlükler bekliyor.
Her şeyden önce, düşünce özgürlüğünün yanı sıra çeşitli reformlar ve radikal kararlar gündemi zorluyor.
Örnek olarak, ciddi ekonomik kalkınma için "eğitim reformu" şart görünüyor.
Bilgi çağına geçebilmek üzere, eğitimin devreye sokulması yani alışıla gelmiş birçok usulün terk edilmesi öne çıkıyor.
Böylece; demokratik kuralların ortaya koyduğu hukuk sistemi ve çağdaş eğitim, Türkiye'nin hem sosyal hem de ekonomik durumunu yükselteceği gibi uluslar arası arenada bulunmasını sağlaması bekleniyor.
Yine Türkmenler
Dış politikada da, acilen alınacak çok cesur kararlar da hükümeti zorluyor.
Suriyeli "zoraki" konukların dertleri bir yana, soydaşlarımız Türkmenlerin trajedisi, utanç hududunu aşıyor.
Aslında yeni bir hükümetle, Türkmenlere sahip çıkmak millî bir görev haline dönüşüyor.
Sadece dış durumla ilgili bazı sorunları sayarken, Türkiye'nin politik, ekonomik ve sosyal alanlarda da hamle üstüne hamle yapması zorunluluğu doğuyor.
Yeni iktidara büyük ve cesur adımlar atma görevi şimdiden yükleniyor.