Kötü şeyler olacağı belliydi...
Türkiye’deki bölücü hareketlerin, taviz politikaları uygulandığı zamanlarda ortaya çıktığı, hatta isyana veya ayaklanmaya dönüştüğü görülmüştür.Tarihten ders alınmaması, sorunların esasının bilinmemesi, yanlış değerlendirmeler yapılması ve ulusal çıkar sağlama düşüncesi ile dış güçlerin arzuları istikametinde yanlış hareket edilmesi, bizi bugünkü duruma getirmiştir.
Konunun salt bir terör olayı olmadığı görülememiştir. Çünkü terörün maksadı, korku, panik ve baskı yaratmak suretiyle devlet otoritesini zaafa uğratmak ve halkın devlete olan güvenini sarsarak, kendi siyasi propagandasının yapılmasına imkân sağlayan bir ortam yaratmaktır. Mücadelesi de polis ve jandarma vasıtasıyla yapılır.
Terör değil, isyan...
1999 yılına kadar örgütün, terör vasıtaları ve usullerinin yanında, büyük gruplarla, hatta düzenli birliklerle önce belirli bir bölgeyi kurtarmaya, daha sonra da anavatandan koparmaya çalıştıkları görülmüştür. Bölge halkını da baskı altına alarak kendi güdümlerinde hareket etmeye zorladıkları müşahede edilmiştir. Bu durum, konunun terörün ötesine geçtiğini, isyan ve hatta ayaklanma olarak nitelendirilebilecek bir görünüm aldığını göstermektedir.
Başlangıçta Marksist-Leninist bir yaklaşımla ve fiili mücadeleyle bölgede bağımsız bir devlet kurmayı amaçlayan örgüt, 1999 yılına gelindiğinde başta TSK’nın askeri başarısı sonucunda kesin olarak yenilgiye uğramış, bölücü başının da ele geçirilmesiyle amacına ulaşmak için strateji değişikliği yapmak durumunda kalmıştır.
Yeni stratejide siyaset ön planda tutulmuş, terör ve silahlı güç eylemleri ikinci planda, ancak siyasetin destekçisi olarak görev almıştır. Bu stratejide, Türk Milleti dışında ayrı bir millet oluşturulması, daha sonra özerk yapılara geçilmesi, zaman ve imkânlar elverdiğinde bunun bağımsız devlete dönüştürülmesi öngörülmüştür. “Kürt Milleti” ve “Demokratik Özerklik” ifadeleri bu stratejinin gereğidir.
Kürtçülük konusu, tarih boyunca dış güçlerin desteğini almıştır. Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde, fırsatlar çıktıkça, bu konu dış güçler tarafından istismar edilmiştir. Türkiye’nin 2002 yılından itibaren yoğunlaşan AB süreci ve ABD ile olan ilişkilerinde talep edilen konular, bunlara örnektir. Açılım düşüncesi ile verilen tavizler, hem dış güçlerin etkisinden, hem de konunun doğru değerlendirilemeyişindendir.
Bölücüler, son zamanlarda Orta Doğu’daki olaylardan esinlenerek, siyasi alanda yürüttükleri ve terörle destekledikleri mücadelelerini, sivil itaatsizlik ve şiddet olaylarıyla tırmandırmayı, devlet güçlerini müdahale etmek mecburiyetinde bırakmayı, mağduriyet yaratarak, sonuçta dış güçlerin Türkiye’ye müdahale etmesini sağlamayı amaçlamaktadırlar. Bulunulan seçim atmosferinden faydalanarak, seçim propagandası bahanesiyle radikal söylemlerde bulunarak ortamı germektedirler.
Açılım değil, taviz...
Bölücü siyasi parti, sivil toplum örgütü etiketli kongre, PKK’nın şehir ve dağ yapılanması, İmralı’nın koordinesinde bölücü faaliyetlerini sürdürmekte, devleti söylemleri ile tehdit etmekte, hatta kötü şeyler olacağını söyleyerek korkutmayı ummaktadır.
Açılım adı altında verilen tavizler, Habur olayından sonra duraksamış, hata yapıldığı maalesef bu kötü örnekle anlaşılmıştır. Söylem olarak açılımın devam edeceği söylense de fiilen sona erdiği görülmüştür.
Seçim kaygısıyla, önceleri hiç ifade edilmeyen milliyetçi söylemlere yer verildiği görülmektedir. Yeni anayasadan bölücülerin beklentilerinin neler olduğunu hâlâ anlamamakta inat edenler olsa da, genelde anlaşıldığı ümit edilmektedir. Siyasi partilerimizin de bu konuda açık olması, yeni anayasanın içine koyacaklarını ve çıkaracaklarını seçim konuşmalarında dürüstçe söylemeleri gerekmektedir.
Kötü şeyler olacağı artık görülmeye ve konuya destek veren bazı yazarlarımız da (günaydın demekle birlikte) korkmaya başladığına göre ümitlerimiz artmıştır. Bu konuda el verilirse kolun kaptırılacağı, verilenlerin kâr hanesine yazılacağı, hedefe ulaşıncaya kadar bir sonrasına bakılacağı anlaşılmalıdır. Konu açık olarak ortadadır. Gizlisi saklısı kalmamıştır. Demokrasi ve özgürlük şemsiyesi altında, hukuk da zorlanarak, ülkenin geleceği ile oynanmaktadır.
Yeni anayasa taslaklarındaki ifadeler ve buna destek veren her türlü girişim, ülkenin varlığına, bütünlüğüne, güvenliğine, ulus-devlet, üniter devlet anlayışına tehdittir. Bölücülük karşısında alınacak önlemlerin ve uygulanacak hareket tarzlarının, başta seçimden sonra ele alınması söylenen yeni anayasa yapımından vazgeçilmesi olmak üzere, gerçekçi bir yaklaşımla ele alınması beklenmektedir.