Koltuk sevdası değil, Devlet sevdası!

Türkiye'nin son 20 yılında yaşadığı keskin dönemeçlerin neredeyse tamamı yönetimle ilgili sorunlardı.

Siyaset kurumuna demokrasi dışı yöntemlerle müdahale edilmesi, tarafsız kalması gereken devlet kurumlarının siyasiler tarafından partileştirilmek istenmesi... Bu çatışmacı, kindar yaklaşımlar beraberinde yeni güçlerin ortaya çıkmasına neden oldu.

Dini cemaat ve tarikatlar tarihlerinde hiç olmadıkları kadar siyasi iktidarın nimetlerinden faydalanmaya başladılar. Bu güçlenme süreci bir süre sonra "Yönetim de bizim de hakkımız var" denilerek ayrışmaya, siyasetle çatışmaya başladı.

Nihayetinde siyasi iktidar ile din görünümlü bir yapı arasında müthiş bir güç yarışı başladı.

En nihayetinde ise akılla-mantıkla izahının mümkün olamayacağı, insan hayatının zerrece öneminin olmadığı 15 Temmuz darbe girişimi faciası yaşandı.

Bugün, AKP hükümetinin sözcüleri AB'nin Türkiye hakkında almış olduğu kararlara "Sizin ülkenizde Meclisiniz bombalansa, tanklar insanların üzerini çiğnese, jetlerinden füzeler halka atılsa böyle bir örgütlenmeyle mücadele etmez misiniz" şeklinde tepki gösteriyorlar. Kısmen haklılar, kısmen de haksızlar.

Çünkü burada atlanan en önemli konu, bugüne kadar devlet kurumlarını ele geçirenlerin iktidarın hangi nimetleri ile bu noktaya yükseldiği problemidir. İşte konunun bam teli tam da buradadır.

Vatandaşların, kökenlerine, tarikat-cemaat kimliklerine, aidiyetlerine göre ayrışmadığı, liyakate dayalı bir sistem oluşturamaz ve bunu oluşturmak yerine tamamen "arka bahçe" mantığıyla bakarsınız demokrasiniz sorgulanmaya başlar.

Beraberinde bir takım çok uluslu şirketler, oluşumlar, girmek istediğiniz birlikler sizin hakkınızda söz sahibi olarak bazı tezler öne sürerler. Onları karşınıza alarak daha fazla otoriterleşir ve demokrasiyi rafa kaldırmak zorunda kalabilirsiniz.

***

15 Temmuz darbe girişiminden sonra, 26 Nisan'da Emniyet'te en büyük operasyonlardan birisi gerçekleştirildi. "FETÖ'nün Mahrem İmamları" adı verilen operasyonda 9 binden fazla polis açığa alındı. Bunların bir kısmının da Cumhurbaşkanlığı'nın koruma ekibinde yer aldıkları açıklandı.

Rakamlar tarihi, rakamlar korkunç...

9 binden fazla, üniformalı, silahlı kişinin FETÖ ile bağlantılı olduğu belirtilerek işlem yapılıyor.

Doğal olarak, vatandaşın kime nasıl güveneceği büyük bir soru işareti haline geliyor.

"Devlete girdin mi gerisi rahat" kalıbı Türk aile yapısının çocukları için kuracağı iyi gelecek beklentisinin temel cümlesiydi. Ancak geldiğimiz durum itibariyle bunu söyleyebilmek mümkün değil.

Çok değil 5 yıl öncesinin Türkiye'sinin statü sembolü olan hakim, savcı, polis, asker gibi meslekler yerini büyük bir şüpheye bıraktı. Hepimiz kabul edelim ki bu meslek gruplarından olan kişilere yaklaşırken bir yerle bağlantısı olabilir mi şüphesi taşıyoruz.

Son operasyonlar da gösteriyor ki kime güveneceğimizi şaşırmış durumdayız. Davamıza bakan hâkim FETÖ'cü, PKK sempatizanı çıkabilir, güvenliğimizi sağlayacak polis başka bir yapı ile bağlantılı olabilir.

Bu güvensizlik ortamı, devlet kurumunun temel görevlerine büyük darbe vuruyor, vatandaşı endişeli hale getiriyor.

Çeşitli örgütlerle bağlantılı olan kişilerin devlet kurumlarına alınmaması gerektiği yıllardır ifade ediliyor. Örneğin Sağlık Bakanlığı bünyesinde çalışacak personelin işe giriş şartlarında artık güvenlik soruşturması şartı, 15 Temmuz'dan sonra getirilebildi. Hâlbuki bu uygulama yıllar önce başlamalıydı. Tarikatlar konusunda aynı hassasiyet gösteriliyor mu? Burası tam bir muamma...

Peki diğer kurumlarımızda durum nedir, alımlar nasıl ve neye göre yapılıyor? FETÖ'cülerin yerine başka örgütlenmeler iktidara yakın durup, kendi kadrolarını belirli kurumlara aktarıyor mu?

Tüm bu soru işaretlerinin giderilmesi için siyaset kurumunun büyük bir yenilenmeye ihtiyacı var.

2019'a gidilen yolda devlete olan güvenin yeniden tesis edilebilmesi, vatandaşların devlete olan güvenlerini kazanmaları gerekiyor.

İşte bu yüzden Türk siyasetinde şahsi ikbalinden, partisindeki koltuk sevdasının ötesinde "Daha iyi bir Türkiye nasıl olur, bunu nasıl gerçekleştireceğiz" kaygısıyla hareket eden yeni bir yapıya ihtiyaç var.

Kuvayımilliye ruhuyla hep birlikte bu işin üstesinden gelmek zorundayız. Çünkü ne gidecek başka bir ülkemiz, ne sığınacak başka bir devletimiz var.

Yazarın Diğer Yazıları