Kıyafet değil liyakat yüceltir!
III. Selim, Yeniçerilerin Rus seferinde olmasından faydalanarak, yeni askeri düzen ve yeni kılık kıyafeti askerler arasında yerleştirmek istiyordu. Bazı kaynaklar III. Selim'in Nizâm-ı Cedîd elbisesi ile Cuma namazına gidip askere örnek olmak istediği, böylece Karadeniz Boğazı'ndaki yamaklara da aynı elbiseyi giydirerek, onları da Nizâm-ı Cedîd askerine dâhil etme arzusunda olduğunu yazar.
Padişah, Sekbanbaşı Arif Ağa'yı çağırarak, "Ağa lala ben bu cum'a şemseli kaput ile Nizâm-ı Cedîdim elbisesiyle câmi'e gitmek murâd-ı şâhânem olmağ ile sen dahi bana tebâiyet etmek lâzımdır" der.
Sekbanbaşı Arif Ağa, bu durumun sakıncalarına dikkat çekerek padişahı bu işten vazgeçirmeye çalışınca, III. Selim "Bak papaz sen benim devletimin nâzırı değilsin; benim emrim elzemdir" şeklince cevap vererek Bostancıbaşı Şakir Hasan Bey'i çağırarak niyetini ona açıklar.
Bostancıbaşı; "Nola efendim, ben kulum, onlara libâs (elbise) değil şabka dahi giydirmek senin himmetinle mümkündür" der.
Geri kalmanın gerçek nedeni!
III. Selim, bu teşebbüsünün bedeli olarak başını verecektir. Kısacası kılık ve kıyafetin Türkiye coğrafyasındaki hikâyesi derindir.
Bu ülkede sarığı çıkartıp fesi giydirirken de fesi çıkarıp şapkayı giydirirken başını veren çok insan olmuştur.
Sarığı çıkartıp fesi giydirmek için de fesi çıkarıp şapkayı giydirmek için de başların kesildiği yerde başın değeri yoktur fesin ve sarığın değeri vardır.
Kılık, kıyafete ya da giyim kuşama bu denli anlam yüklendiği yerlerde insani ve imani değerler şekli unsurlarla yer değiştirir.
Türkiye'nin son yirmi yılında her türlü (siyasi, sosyal, ekonomik) hesaplaşmaların kılık/kıyafet üzerinden yapılmasının nedeni budur.
Türkiye'de bilimin nakille, inancın şekille ölçülmesi medeni yarışta geri kalmanın gerçek nedenidir.
Esas olan kıyafet değil liyakattir!
Bir dönem üniversitelerde öğrencilerin başörtüsü sorun yapılmıştı. Zamanın Başbakanı 'Rektörler başörtülü öğrencilerin önünde esas duruşta duracak' demişti.
Bir başka Başbakan TBMM'ye milletvekillerinin başörtülü girmesini "devlete meydan okuma" olarak nitelendirmişti. O dönemlerden bu yana siyaseti meşgul eden en önemli simgelerden birisi başörtüsü olmuştur. Bir başka dönem de Cumhurbaşkanı eşinin başörtülü olup/olmayacağı, tartışmaların odağına oturmuştu.
Türkiye'de başörtülü avukat, başörtülü doktor hep sorun olmuştur.
Başın nasıl bağlanacağıyla ilgilenenler başların nereye (hangi küresel merkeze) bağlı olduğu konusuyla hiç ilgilenmemişlerdir. Hâlbuki önemli olan başın nasıl bağlandığı değil başın nereye bağlı olduğuydu.
İktidar, başörtüsünü geçmişte ve hâlâ bir rejim ve hesaplaşma aracı olarak kullanılmaktadır. Başörtüsünü iktidar, oy deposunun akaryakıtı olarak görmektedir.
Başörtüsü konusu her fırsatta bir yol bulunarak gündem yapılmaktadır. Toplumun şuur altı tahrik edilmektedir.
Hâlbuki bir ögenin dışı değil içi, görüntüsü değil gerçeği, sayısı değil kalitesi önemlidir.
Türkiye'de iktidarlar kılık kıyafetle ilgilendiği kadar üretim, ihracat, verimlilik, icat ve teknolojiyle ilgilenmiş olsaydı bugün ülke olduğu yerden çok daha ileri bir konumda bulunurdu. Esas olan kıyafet değil liyakattir.
Fal, rüya, muska, hayal ve rivayetle meşgul olanlar hayatın gerçeğinden haberdar olmayanlardır.
Şunu bilmek gerekir ki ne geçmişte uygulanan başörtüsü yasağıyla din elden gitti, ne de eğitim öğretim kurumlarında başörtüsünün serbest bırakılmasıyla laiklik elden gitti. Kılık ve kıyafet üzerinden rejim ve sistem hesaplaşması arkaik bir zihniyetin ürünüdür. Dini simgeler, hassasiyetler siyasi ve ticari rant aracı olarak kullanılmaktan vaz geçilmelidir.
İsteyenin başı açık ya da kapalı olması sanıldığı gibi ne laik-demokratik sistemi imha eder ne de ahlakı ve imanı güçlendirir. Önemli olan baş değil başın nasıl ve neyle donatıldığıdır.