Kırılma noktası...
Batılı olmak, elbette Avrupa coğrafi sınırları içinde olmak anlamında değildir. Batılı olmak sözü ile, Batılı ekonomik ve sosyal değerler sistemi, insani değerler ve demokrasi anlayışı, laik devlet anlayışı vurgulanmak isteniyor. Hatta ileri bilim, teknoloji ve sanatta ilerlemekte Batı ile paralel tutuluyor.
Coğrafi sınırlar olarak bakılırsa, batıda ne darbeler oldu, ne Arap baharları, ne de bir inanışı yaymaya dayanan bir terör eylemleri. Etnik ayırımcı terör her yerde oluyor.
Eğer laik devlet anlayışı içinde kalırsak, Batılı olmak dini inançlarımız açısından da herhangi bir sorun ortaya çıkarmaz. Zira insana ve inanca saygı da Batı anlayışını temsil eder.
Türkiye Avrupa Birliği’ne girsin veya girmesin, toplumun huzur ve refahı için, ülkenin geleceği için, ekonomik kalkınma için Batı anlayışında olmanın başka bir alternatifi yoktur.
Bu anlamda doğu-batı ortasında olmak diye bir seçenek de olamaz. Zira Batı anlayışının ortası yoktur. Biraz Doğu, biraz Batı anlayışını ortak değerlerde toplamak imkanı yoktur. Söz gelimi laik devlet anlayışının tersi şeriattır. Devletin yaşam tarzına ve sosyal hayata müdahale etmesidir. İkisinin ortası olmaz.
Aynı şekilde demokrasi anlayışının da ortada olmayacağını bizzat yaşayarak görüyoruz. 1950 demokrasiye geçiş süreci, 1980 sonrasında tersine işlemeye başladı. Mevcut siyasi partiler de bu işleyişi hızlandırdı.
Başbakan CHP’nin tek parti dönemini tenkit ediyor ve fakat bugün kendisi tek parti iktidarından daha antidemokratik anlayışla çalışıyor. Partisinde ön seçim yok. Öğrenci evleri için, gerekirse kanun çıkarırız diyor. Tasarı hazırlarız demiyor. Siyasi partiler kanununu ve seçim kanununu değiştirerek, siyasete demokrasi getirmeyi aklından bile geçirmiyor. Herkes iyi biliyor ki parti kurulları ve partinin Meclis’teki grubu değil, kendisi karar veriyor. Batı anlayışında bu tür bir demokrasi anlayışı asırlar önce tarihe gömüldü.
Norveç Başbakanı halkın içinde balık tutarken, tatile çıktığı için İngiliz Dışişleri Bakanı bilet kuyruğuna girerken, Adana valisi “getirin bu gavatı” diyor.
Azerbaycan, giyim kuşam olarak medeni bir görünüm içindedir. Ancak demokrasi anlayışı olarak Batılı değildir. Türkçe Konuşan Ülkeler Parlamenterler Asamblesi için Meclis Başkanı başkanlığında Bakü’ye gitmiştik. 6 üye bir de gözlemci vardı. Tahsis ettikleri arabalar ana caddelerden geçerken, yol yarım saat önce trafiğe kapatılıyordu. İnsanlar trafikte saatlerce bekletiliyordu. Gence’ye gittik. Caddelerde araba yoktu. Nedenini sordum. Bugün Gence şehir içine araba sokulmadı dediler.
İstanbul’a Cumhurbaşkanı veya Başbakan geldiğinde tam bu kadar değil ve fakat bazı yollar kasıtlı daraltılarak benzer uygulamalar yapılıyor. Adana’da “o gavatı getirin” diyen aynı vali Coş, Aydın’da da MHP pankartını indirtmişti, CHP’li vekille tartışmıştı ve 30 Ağustos kutlamalarına da geç kalarak protokolü çıldırtmıştı. Başbakan tek parti dönemi diyor... Böyle bir valinin yaptıkları ile tek parti dönemindeki valilerin yaptıkları arasında ne fark var. Üstelik tek parti döneminin, kalıcı değil geçici bir dönem olduğu da o zaman herkes tarafından vurgulanıyordu.
Yıllarca türban özgürlüğünü demokratik hak olarak gören Başbakan şimdi öğrenci evlerini gündemde tutuyor... Acaba bunu ekonomik ve sosyal sorunları örtbas edip, milletin dikkatinden kaçırmak için mi yapıyor? Yoksa bir zamanlar kendisinin savunduğu yaşam özgürlüğüne müdahale etmek için mi yapıyor? Her ikisi de Batı anlayışında yoktur.
Sonuç olarak, bugün Türkiye kırılma noktasındadır. Yüzünü Doğu’ya veya Batı’ya dönme köprüsündedir. Karar milletin olacaktır. Ancak son pişmanlığın da fayda etmeyeceğini düşünmek gerekir.