Kıbrıs'ta "gaflet ve delâlet"

KKTC'nin yıllar yılı maruz kaldığı tehditleri hatta bazı vatandaşlarından bile çektiği acıları, ihanetleri yakından bilmiş olmamıza rağmen, adaya son gidişimizde gördüklerimiz ve duyduklarımız "zihinleri" oynatacak dereceye ulaşmış bulunuyor.

İki haftadır, Kıbrıs ile ilgili yazılarımız da, içine düşülen vahameti dile getirmeye çalışırken, aslında durumun fecaatini tam anlamıyla anlatamadığımızın üzüntüsünü açıkça dile getirmek gerekiyor.

Zira her şeyden önce, KKTC'nin çok güç durumda kaldığını veya bırakıldığını hatta ihanetlere uğradığını kesinlikle vurgulamak lazım. Orta Doğu yangınının kıyısındaki Kıbrıs'a, şimdi daha stratejik ağırlık yüklenirken, başta "egemenlik" olmak üzere Türklerin bütün hakları da ellerinden alınıyor. Gerçekten de, AB destekli İsrail'in de rol aldığı ABD projesi, gün be gün kendini ve doğuracağı "tehlikeyi" gösteriyor.

Nitekim, Kıbrıs TMT Mücahitler Derneği, Kıbrıslı Rumların hedefinin, Kıbrıslı Türkleri tamamen tahakkümleri altına almak ve Türkiye'nin adadaki meşru varlığını sonlandırmak olduğunu açık açık dile getiriliyor. Hatta, bir bildiride aynen şunlar belirtiliyor:

"Aldığımız son duyumlara göre, Birleşmiş Milletler ve bazı güçlü devletler Kıbrıs'la ilgili yeni bir senaryo hazırlığı içindedirler. Rum yönetimi ile iş birliği içinde Kıbrıs Türk Halkını tuzağa düşürücek bir anlaşmayı gerçekleştirmek için çaba harcamaktadırlar."

Kıbrıs'ı da içine alan senaryo, Doğu Akdeniz ve Ege'deki; petrol, doğal gaz rezervleri üzerinde oynanıyor. Aslında, Doğu Akdeniz'in tarih boyunca stratejik öneme sahip olan bir deniz olduğu biliniyor. Buna bir de Doğu Akdeniz'in kendi doğal gaz kaynakları eklenince, bölge üzerine yapılan planlar daha önem kazanıyor. Tabii ki, Doğu Akdeniz'in doğal gazı, bölgenin güvenlik stratejisini de temelinden değiştiriyor. İsrail bulduğu doğal gaz kaynakları ile bölgede büyük bir enerji oyuncusu olmaya soyunuyor. Artık, Doğu Akdeniz petrol terminallerinin yoğun olduğu bir bölge iken, yakın gelecekte petrol-doğal gaz üretim platformu yoğun bir coğrafya olurken, özellikle petrol ve doğal gaz tanker trafiğinin çok artacağı hesaplanıyor. Böylece, Doğu Akdeniz'den başlayan yeni bir enerji koridoru yaratma arayışı, bölgeyi "sürdürülebilir gerginlik" coğrafyası haline getiriyor. Görünen odur ki "sürdürülebilir gerginlik", ABD'nin istediği ve çoğu zaman uyguladığı bir stratejiyi sergiliyor.

KKTC'nin tamamen ortadan kaldırılma projesinin temelinde işte böylesine uluslararası menfaatler ve pay kapma yarışı bulunuyor. Üstelik daha önce de değindiğimiz gibi, Kerkük-Yumurtalık hattıyla akan 60 bin varil petrole Bakü'den yola çıkan 50 bin varil de eklenince günde 110 bin varil petrolün güvenli bir şekilde dağıtım işlemi ortaya çıkıyor. Ceyhan'dan dünyanın dört bucağına, büyük çoğunluğu deniz yolu ile dağıtılmakta olan petrol, hatta gazın, öncelikle Kıbrıs'ın Kuzeyi'nden geçen tankerlerin güvenliği, adanın önemini adeta kanıtlıyor.

Kuzey Kıbrıs'ın "birleşme" şemsiyesi altında, Güney Kıbrıs'a ilhakı anlamına gelen yeni ve çok tehlikeli girişimi ne acıdır ki, ilgililer, sorumlular hatta Türk medyası görmezlikten geliyor. Belki de, iktidarın iç gafleti, böylesine önemli gelişmeyi örtüyor. Zaten, yolsuzluklarla ağır bir şekilde yara alan; seçim telaşı içindeki AKP iktidarının, terör örgütü ile ABD aracılığı ile sürdürmek zorunda kaldığı görüşmeler, verdiği tavizlerinin yanı sıra, üçüncü büyük gafleti Kıbrıs'ta kendini ele veriyor. Ne yazık ki, diğer siyasi partiler de, Kıbrıs'ta Türklere kurulan tuzağa bigâne kalıyor.

Kısaca, "yeni bir enerji koridoru" ve İsrail'e "güvenli gelecekler" yaratma peşinde koşan ABD, tarih boyunca stratejik öneme sahip olan Doğu Akdeniz'de hâkimiyetini tam olarak sağlamanın adımlarını süratle atarken, Türklerin egemenliğini çiğniyor.

Görmezlikten gelme ve suskunluk unutulmamalıdır ki, pahalıya mal oluyor.

Yazarın Diğer Yazıları