Kıbrıs gözden kaçıyor
Yönetim, terörle ve cemaatle mücadele ve mülteci konusuyla meşgulken, başkanlık ve yeni anayasa konusunu sürekli gündemde tutarken, Kıbrıs konusunu gözden kaçırmaktadır. Millî mesele olan bu konunun boşlanmaması, hem Türkiye, hem de KKTC'nin ulusal çıkarları açısından zaruridir.
Son müzakere sürecinin önemi
Kıbrıs müzakereleri 1974'ten sonra defalarca başlamış ve sonuç alınamamıştır. Sebep, Rum tarafının Kıbrıs'ın bütününü kendi hâkimiyetine sokmak istemesidir. Esasen Türkiye ve KKTC açısından müzakereye ihtiyaç yoktur. Konu, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin fiilen 1963'te meşruiyetini kaybetmesinden sonra çözüme 1974'te ulaşmış, 1983'te KKTC'nin ilanıyla da neticelenmiştir.
Bugüne kadar Türk tarafı, müzakereden kaçınan taraf görüntüsü vermemiştir. 1974'ten beri kazandığı ve koruduğu kazançlarını ve çıkarlarını da son yıllarda siyasetin değişken tutum ve davranışlarına rağmen, konunun tarihsel sorumluluğunu düşünerek ve Türk Milletinin tepkisinden çekinerek sebatla korumuştur.
Bu seferki müzakereler diğerlerinden farklı görünümdedir. Mutlaka çözüm olacağı ümidiyle masaya oturulmuştur. Bu ümit de Rum ve Türk tarafı liderlerinin geçmişteki dostluklarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Akıncı'nın, zamanında Annan planının kabul edilmesindeki çabası ve bu konuda AB'yle iş birliği yapması da Rum tarafında beklenti yaratmıştır.
Müzakere heyetleri de dikkat çekici
Rum müzakere heyetinin, Yunan Milliyetçiliği ve adanın Yunanistan'a bağlanması yönünde çalışmalar yapan, kendilerinin veya ailelerinin bir şekilde EOKA'yla ilişkisi bulunan kişilerden olduğu görülmüştür.
BM'deki GKRY daimi temsilcisi, müzakerelerin kritik başlıklarını oluşturan toprak ve mülkiyet komisyonunda önemli bir rol üstlenmiştir. Bu şahıs, BMGK'nin olağanüstü toplanması, KKTC'nin bağımsızlığının kabul edilmemesi, izolasyonların kaldırılmaması konularında başrolü oynamıştır. Şimdi de Ankara'nın Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanıması, Türk ordusunun adadan çekilmesi, Türk vatandaşlarının adadan ayrılması yönünde birçok istekte bulunmaktadır.
Türk tarafı müzakere heyetine bakıldığında ise, KKTC'ye inanmayan, Türkiye'nin ve KKTC'nin hak ve menfaatlerini, kazanılmış ve korunmuş çıkarlarını korumaya niyetli olmayan, daha çok Rumları gücendirmekten kaçınan kişilerden oluştuğu değerlendirilmektedir.
Rumların çözümden anladığı
Rum-Yunan ikilisinin "Adayı Yunan yapma" hedefi değişmemiştir. Rumlar, Akıncı'nın Türkiye tarafından cesaretlendirilmesini beklemekte ve ancak bununla çözüme ulaşabilecekleri ümidini taşımaktadır. Çözümde de tek uluslararası temsil, tek vatandaşlık ve tek egemenliği şart olarak ileri sürmektedir.
Bu anlayış, Türk tarafının Rumlara teslimiyetidir. Kilit konumdaki güç paylaşımı, mülkiyet ve garantiler konularında Türk tarafının geri adım atması beklenmektedir. Türk tarafının dikkatli ve uyanık olması gerekmektedir.
ABD Başkan Yardımcısı Biden'in ortaya koyduğu tutum da kaygı vericidir. Kendisi Rum-Yunan dostu olarak bilinmekte ve kendisine "Bidenopulos" diye hitap edilmesinden hoşlandığı, hatta Türkiye'ye "Kıbrıs'ı verin anahtar ülke olun" anlamında teklif içeren mesaj getirdiği de söylenmektedir.
Gerçekler
Doğu Akdeniz'in yeniden şekillendirilmesi ve haritaların yeniden oluşturulmasının içinde Kıbrıs'ın da bulunduğu ve onun da müzakerelerle sonuçlandırılacağı kaygıları mevcuttur.
Mülteci pazarlığında ön plana çıkan AB'ye vizesiz giriş konusunda, Türkiye'nin kabul etmesi gereken hususlardan birinin, GKRY'nin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınması zaruretinin olduğu gözden kaçmamalıdır.
Çözümden Türk tarafının çıkarı yoktur. Bu konuda sadece tavizler verilmesi söz konusudur. Verilecek her bir taviz, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerinden, güvenliğinden, çıkarlarından ve prestijinden götürecektir. Varılacak anlaşma, Türkiye ve Kıbrıs Türkünün kanla, canla, fedakârlıklarla oluşturduğu, Kıbrıs Türkünün vatanı, egemenliği, güvenliği ve onuru olan KKTC'yi gömecektir. Bunun vebalini üstlenecek varsa buyursun!