Kendine zarar vermek
Türkiye dış politikada yönünü bulmakta zorluklar çekerken özellikle Kürtçülük, Ermeni ve Rum konularında adeta kendi ayağına kurşun sıkmaktadır. Tarih boyunca bu toplumlardan milliyetçi düşüncelerle hareket edenlerin, sürekli Türkiye ve Türklük aleyhine bir çaba içerisinde bulunduğu ve önlerine çıkan her fırsatı değerlendirdiği ve olayları istismar ettiği bilinmesine rağmen bunlardan gerekli derslerin alınmadığı görülmektedir.
***
Bu kapsamda terörü önleme düşüncesiyle Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yakın zamana kadar koruduğu değerlerden taviz verilmesi bölücüleri cesaretlendirmiş, yeni tavizler talep etmelerine yol açmıştır. Terör örgütüyle müzakere, onun katil liderine bel bağlama, zafiyet olarak algılanmış ve onun siyasi uzantısına bölücülükte ileri boyutlara gitmesine ortam yaratmıştır. Çözüm süreci adıyla nereye kadar gideceği kestirilemeyen uygulama, ayrı bir millet oluşumunu güçlendirmiştir. Barzani’nin Diyarbakır ziyaretinde ortaya çıkan manzara, bölge halkı üzerinde sempati sağlamak için yapılan uygulamalar ve çeşitli mahfillerde sarf edilen sözler, Kürt Milleti ve Kürdistan düşüncesinin güçlenmesine katkıda bulunmuştur.
Bunlar isteyerek ve kasıtlı olarak yapılmasa da, yanlış politikalar sonucunda ortaya çıktığı bir gerçektir.
***
Diğer bir konu da, Ermenistan’la ilişkileri iyileştirmek için yapılan teşebbüslerdir. Bu çerçevede Dışişleri Bakanı’nın Erivan’daki KEİ toplantısı sürecindeki beyanlarına dikkat etmek gerekir. Bakan konuşmasında Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasını, Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerini ve Türk-Ermeni ilişkilerinin ortak bir zemine kavuşturulmasını hedef olarak göstermiştir. Bu tür yaklaşımları, Obama’nın 2007 Türkiye ziyaretinde “Ermenistan’la ilişkilerin düzeltilmesi” isteğinden sonraki teşebbüslerde ve uygulanamayan protokolde de görmek mümkündür. Bu olayın Azerbaycan’ı küstürdüğü ve “Tek millet iki devlet” anlayışına zarar verdiği ve ilişkilerde derin yaralar açtığı unutulmamalıdır.
Aramızdaki sorunun kaynağı biz değiliz. Ermenistan tehcir ile soykırıma uğrandığını iddia etmekte ve bundan vazgeçmediği gibi 4T formülünü hedeflemektedir. Bakan Ermenistan’da iyi karşılanmamıştır. Diyalog ortamı oluşturmak amacıyla ifade ettiği, “Tehcir tamamıyla yanlış bir uygulamadır. İttihatçıların yaptığı doğru değildir. Gayriinsanidir. Tehciri hiçbir zaman benimsemiyoruz” sözleri hakikatlerin görmezden gelinmesine yol açmış ve haklı durumumuzu zora sokmuştur. ABD ve AB’ye iyi görünmek için hata yapılması kabul edilemez.
***
Yanlışlar zincirinde bir de Kıbrıs konusu bulunmaktadır. AB’ye yaranmak için Kıbrıs konusunda sürekli taviz verme yaklaşımı sergilenmektedir. Zamanında bir felakete yol açacak Annan Planı’na destek verilmiş, büyük bir şans eseri Rum tarafının kabul etmemesiyle bundan kurtulunmuştur. Şimdi de Ban Ki-moon planından söz edilmektedir. Yine müzakereye yanaşılmaktadır. Bizim için Kıbrıs konusu 1974’te çözülmüş, 1983’te bağımsız KKTC’nin ilanı ve Türkiye’nin de tanımasıyla bitmiştir. Bundan sonra işimiz KKTC’nin statüsünün yükseltilmesi ve uluslararası ortamda tanınmasına destek verilmesidir. Adının da KTC olmasıdır. Her yıl kuruluş yıldönümünü kutladığımız devleti inkâr durumuna düşülmemelidir. Kıbrıs’ın Türkiye için, tarihi miras, güvenlik ve güvenirlik, Doğu Akdeniz’deki etki alanının muhafazası ve menfaatlerinin korunması, Ada’daki Türkler için de, hür ve egemen olarak varlıklarını devam ettirebilecek bir vatana sahip olma konusu olduğu göz ardı edilmemelidir.
***
Durum tehlike boyutlarını aşmıştır. Yönetim değişse dahi yapılan yanlışlıkların yarattığı tahribatı düzeltmek de mümkün olmayabilir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yanlış politikalar uygulama lüksü yoktur. Devlet deneme tahtası değildir.
Hatalar zincirindeki İran, Irak, Suriye, Mısır, İsrail, ABD ve AB konularını saymıyorum. Belki bunlar zaman içerisinde düzeltici politikalarla yeniden yoluna sokulabilir. Ancak yukarıda saydığım üç konunun geri dönüşü yoktur. Türkiye’nin varlığı, bütünlüğü ve güvenliğini doğrudan ilgilendirmektedir. Hata kabul etmez. Kendi kendimize zarar vermekten kaçınalım.