Kavramların tuzağına düşmemek için...
Bölücü terör ve onu meşrulaştırmak için, psikolojik saldırının en yoğun şekilde yaşandığı ülke, herhalde Türkiye’mizdir. Bu saldırıda en gelişmiş teknikler, araçlar ve metodlar kullanılıyor. Temel malzemesi ise kavramlardır. Bundan dolayı bu psikolojik saldırıya, kavramların saldırısı dense yeridir.
Malum, insan kavramlarla düşünür. Her şeyi bu yolla tahlil eder, kavrar, tanımlar ve anlar. Eğer kavramların anlamı değiştirilirse, bu defa her şeyin tanımı ve anlamı da değişir. Böylece insan doğru düşünemez, kendini bağımsız olarak yönetemez, sahip olduklarını savunamaz hale gelir.
Bir de bu insanı; Hasan Sabbah’ın haşhaşileri gibi cennete götürür, tatlı yalanlar ve masallarla, renkli ve mutlu rüyalar dünyasında yaşatırsanız, iş tamam demektir. Artık o, gerçekle-sahteyi, doğruyla-yanlışı, cennetle-cehennemi, iyiyle-kötüyü, panzehirle-zehiri, mazlumla-katili, dostla-düşmanı, şehitle-haini, hasılı her şeyi birbirine karıştırır. Düşmanına hizmet ettiğinin farkında bile olmaz.
Bölücü teröre karşı ülkemize sahip çıkmak istiyorsak, onun uyutucu ve uyuşturucu silahı olan, “çarpıtılmış kavramlar” tuzağına düşmemeliyiz.
Bunun yolu da, kavramların doğrusunu bilmekten geçer. Bu çerçevede bazı örnekler verelim.
SAVAŞ: Devletlere ait olan bu kavramı, bölücü terör kendisi için çok sık olarak kullanır. Böylece kanlı vahşetini legalleştireceğini, meşrulaştıracağını, zaman içinde devlet gibi algılanacağını, zihinlerde normalleşeceğini hesaplamaktadırlar.
Halbuki terör, bütün dünya hukukunda, gayrimeşrudur, insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak görülmektedir. Amacına ulaşmak için, masum insanları ödürmeyi, halkı sindirmeyi metot olarak seçmiştir. Bu yolla, kurulu meşru düzeni yıkacağını, vatanı böleceğini zanneder.
BARIŞ: Devletler için geçerli bir kavram. Terör örgütünün barışı, “şartlarımı kabul edin barış gelsin” şeklindedir. Vatanın, milletin ve devletin bölünmesine hayır dersen, barış düşmanı olursun.
Emperyalist maşası bir avuç kanlı terörist böylesine küstahlaşırken, bir yandan meşrulaşmayı ve moralini yükseltmeyi, öbür yandan saf insanları aldatacağını düşünmektedir.
KARDEŞLİK: 25 yılda, 46 bin insanın kanına giren, milletine, vatanına ihanet eden teröristler, insanlıktan o kadar uzaklaşmıştır ki, aynen barış söyleminde olduğu gibi, “isteklerime evet de, kardeş olalım” diyor. Bu katillerin kardeşi (!) olmak için ülkemizi satacakmışız. Çarpıtılan kavramın gücünü görüyor musunuz?
DEMOKRASİ: Terör örgütünün demokrasiden anladığı, etnik grupların; ırk, dil, din gibi eşitliği ve rejime ortak yapılmasıdır. Örgüt, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen böyle bir ırk rejimini kurmak için teröre başvurulmasına, demokrasinin ve özgürlüklerin gereği adını veriyor.
KÜRT SORUNU: Bir ülkede insanlar arasında kökeni sebebiyle ayrım gözetilmiyor, herkes eşit tutuluyorsa, orada sorundan bahsedilemez. Onun için ülkemizde “Kürt sorunu” yok, bölücü terör sorunu vardır. Buna Güneydoğu sorunu da denemez. Çünkü bölgelerarası dengesizliğin giderilmesi ayrı bir konudur.
“Kürt sorunu” ifadesi tehlikelidir, örgütü güçlü göstermeye, meşrulaştırmaya yarar. Daha da önemlisi bölge ahalisini temsil ettiği anlamına gelir. Halbuki, bölge insanı masumdur, devletine bağlıdır, milletin bir parçasıdır. Acaba, çarpıtılan kavramların yıkıcılığını anlatabildik mi?
10 Kasım’da “Kürt açılımı”
“Kürt Açılımı”nın, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım’da görüşülmesi, tüm uyarılara rağmen bu tarihte ısrar edilmesi, yurt içinde ve dışında bir hesaplaşma olarak görülmektedir. Adeta, Devletin kurucusuna, “Sen öldün, sıra kurduğun devlete geldi” denilerek, millete mesaj verilmek isteniyor.
Görüşme tarihi 10 Kasım yerine,
11 Kasım olsaydı, kim ne kaybedecekti?
İktidarın görüşü şöyle: Bugüne kadar TBMM her 10 Kasım’da çalışmıştır. Meclisin açık olması, çalışması Atatürk’ün de görmeyi arzuladığı bir durumdur. Bundan niçin şikayet ediliyor, anlayamıyoruz.
Bunlar doğru da, şikayet TBMM’nin çalışmasına değil, 10 Kasım’da “Kürt açılımı” denilen, devletin kuruluş esaslarına dönük, bölücü isteklerin görüşülmesinedir.
Bunun anlaşılamaması da manidar değil mi?