Karşı olunanın parçası haline gelmek
Günümüz Türkiye'sinde davasızlık, değersizlik, ilkesizlik, idealsizlik büyük ilgi görmektedir. Ne kadar suya sabuna dokunmayan, ihanetler karşısında sessiz sedasız kalan, edilgen davranan insan varsa güdümlüler tarafından yüceltilmektedir.
Günümüzde idealsizlik marifet, sorumsuzluk iltifat, teslimiyet meziyet sayılır olmuştur.
Yaşanan dönem iddia, tez, ilke ve ideal sahibi olmayı çok riskli konular haline sokmuştur. Gençler yemek, içmek, eğlenmek, dans etmek, dövme yaptırmak, fal baktırmak, kına yaktırmak gibi süfli alanlara yönlendirilmektedir.
Günümüz gençliği, kendisine bir gerçek olarak dayatılan çaresizliğin, iradesizliğin ve iddiasızlığın pençesine düşmüştür.
Günü yaşamak için zevklerden zevk edinmek gençliğin bir kısmının, hayata tutunmaya çalışmak da diğer bir kısmının temel sorunu haline gelmiştir.
Davasızlık bir virüs gibi her yanı sarmış durumdadır.
Davasızlık temelde amaçsızlık demektir. Amaçsızlık ise yaşamı anlamsızlaştırır. Anlamsız ve amaçsızlık intihara ve teslimiyete uygun insanlar yaratır.
Onurlu teslimiyet!
Yalnız bireysel anlamda değil siyasal bağlamda da omurgasızlık ve davasızlık hâkim ideoloji haline gelmiştir. Artık günümüzde davalar yoktur liderler vardır, fikirlerin siyaseti yoktur liderlerin siyasetleri vardır. Oportünizm ise en çok satan maldır.
Tepeye çökmüş liderin kendisi parti, kaprisi ideoloji, tutkuları davadır. Yeni bir siyaset anlayışıyla Türk Milliyetçileri karşı karşıyadır. Bunu Aime Cesaire'in dediği gibi "negritüde" yani onurlu teslim olmak kategorisinin ötesindeki bir durum olarak tarif etmek mümkündür.
Bu yaklaşıma göre "negritüde" genellikle iddia edildiği gibi "özcü" bir kategori, bir kimlik siyaseti, dolayısıyla da bu kimlikleri kuran hegemonik güçler karşısında benimsenen bir "şerefli teslimiyet" siyaseti değil, kabul edilemez olanın içine öznel olarak dahil olma tarzıdır.
Bu mevcut statüyü muhafaza etmek için beka gibi sanal korkular yaratarak kabul edilmez olanın parçası haline gelmektir.
"Negritüde" tam anlamıyla bir felsefe ya da bir siyaset değildir. Aksine kabul edilemez, mücadele edilmesi gereken bir zihniyetin içine bilerek isteyerek dahil olmaktır.
Göğsüne gere gere "Türk Milleti" diyemeyen, Türk Milliyetçiliğini ayaklarının altına aldığını söyleyen, devleti kuran iradeyi yok sayan, teröristle açılım pazarlıkları yapan, Türk Milletinin gözünün içine baka baka T.C.'yi tabelalardan indiren bir zihniyeti kayıtsız/şartsız desteklemek kabul edilemez bir durumun bütün acı gerçekliğinin küstahça onaylanması ve soğukkanlı bir şekilde ifade edilmesidir.
AB üyeliği söz konusu olduğunda "onurlu" üyelikten söz edilmişti şimdilerde ise Türk Milliyetçiliğini siyaseten temsil ettiğini söyleyenler mevcut iktidara karşı "onurlu teslimiyetten" söz eder haldeler.
Tarihin alaycılığı
Kendi siyasi müktesebatından ülkenin ya da TBMM'nin başına geçecek birini bulamayanların hazin hallerini tarih kalın harflerle kaydetmiştir.
Kendi davasını inkâr ederek iktidar partisine ram olmak vahim bir durumdur. Hele hele bir de bunu beka, iman hatta devlet ve millet davası olarak sunmak yalnız insanın değil tarihin aklıyla da dalga geçmektir.
Millî bir hareketi gayrimillî bir partiye rehin vermek tam anlamıyla toprağın altına düşmüş olanlara ihanettir. Statükosunu bu teslimiyet tavrıyla koruduğunu sananlar ebediyen ideallerine ihanet etmiş olmaktadırlar.
İktidar partisini yardım sevenler derneği gibi destekleyerek var olacağını sananlar sonuçta bu kimliksiz tavırlarıyla devleti yönettiklerini, iktidarı yönlendirdiklerini ve yüksek siyaset ürettiklerini söylemektedir.
Tarih, bu tür adeta siyasette devrim yapmakla övünen herkesin bir süre sonra ne yaptığının farkında olmadığını, yapılan devrimin yapmak istediklerine hiç de benzemediğini alaycı bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu zihniyete Hegel "Tarihin Alaycılığı" der.
Tarihle alay edenler sonunda cümle alemce alay edilecek konuma düşerler.
Olan da budur.