Kardeşlik onu unutturmamaktır (05 Aralık 2022)
8 Aralık, rahmetli Metin Tokdemir''in aramızdan ayrılışının yıldönümü… Bu vesileyle daha önce kaleme aldığım hissiyatımı paylaşmak istiyorum bugün…
Dünyaya ''dâvâ adamı'' olarak geldi... Sanki acelesi varmış, o kısacık hayata bir kaç hayat sığdırmak zorundaymış gibi yaşadı... Tertemiz ismini masal kahramanlarına nazire yaparcasına bırakarak göçtü gitti... Hatırası adına hazırlanan kitapta onun için şu ifadeleri kullanmışım: "Cenab-ı Allah eğer insanları camdan yaratmış olsaydı, belki birçok insanın, hatta dâvâ adamı diye bilinenlerin bile içlerinde barındırdıkları pis ilişkiler, hesaplar, riyakârlıklar dolayısıyla arkalarını göremezdik... Ama o öylesine saf, öylesine temiz, öylesine hesapsız bir iç dünyaya sahipti ki, camdan yaratılmış olsaydı, eminim ardını pırıl pırıl gördürdük..."
***
Zor yıllardı 80''ler... Milliyetçi hareket yorgun ve ezilmişti... Lider kadronun tamamına yakını cezaevindeydi... İmkânsızlıklar, yeniden teşkilatlanmanın önündeki engeller, Evren yönetiminin ağır baskısı ve çekine çekine tıklandığında yüze kapanan ''dost kapılar'' vardı... İdeallerden ve yokluklardan başka paylaşılacak hiç bir şey kalmamıştı...
1983''ten itibaren Bizim Ocak dergisi etrafında teşkilatlanmaya başlayan üniversite gençliği, o yorgun hareketin altına omuzunu soktu, körpe ciğerleriyle enerji üfledi, yeniden doğrultmak için heyecan verdi... Her hâliyle ülkücü hareketin kaygılarını kuşanarak Eskişehir''den Ankara''ya gelen Metin Tokdemir, bu zorlu sürecin en önemli kilometre taşlarındandı...
Hiç durmadan koştu, koşturdu, okudu, okuttu, teşkilatlandırdı, sinmiş bedenlere gayret pompaladı... Sürekli tekrarladığı "Yine bir dağ gibi, dev gibi doğrulacağız/ Yeni bir ruh doğacak toprağımızdan/ Dünya bizi yeniden tanıyacak heyecanla/ Burma bıyığımızdan, kalpağımızdan" dörtlüğündeki ruhu giyindi ve ölene kadar çıkarmadı...
Onun ülkücü harekete sevdası, diğer insanî ihtiyaçlarına öylesine baskındı ki, bunun karşılılığı olarak yokluk içinde yaşamayı hiç önemsemedi bile... Uğruna ömrünü ipotek ettiği dâvâsının geleceği, şahsının belirsizliklerle dolu bir gün sonrasından çok daha önemliydi... Bu tarzı, paranın hükümranlık ilan ettiği 80''li yıllardan itibaren maalesef bir ''kusur'' gibi durdu…
''Tatlısu milliyetçileri''ne ve ''ehlikeyfMüslümanlar''a karşı hiç müsamahası yoktu... Tanıdığım en büyük hatipti... "Unutmamalıyız, biz Türk milletinin, hatta İslâm âleminin son şansıyız. Modern müstemleke görüntüsü veren Türkiye ve İslâm âlemi ülkücü neslin dinamizmine ve fedakârlığına muhtaçtır" diyor, Yahya Kemal''in "Galip et Yarabbi! Çünkü bu son ordusudur İslâm''ın" dizesine göndermede bulunarak, usta mimar titizliğinde yeniden inşâya çıkıyordu... Tıpkı millî mücadeledeki gibi Allah''ın bu orduyu muzaffer kılacağını, imanla beslenen umutların, dua ve aminlerin, çile ve gayretlerin bunun için olduğunu yeni kuşaklara aktarıyordu...
Ümitvardı, hep inanç ve azim saldı etrafına... "Bahçesaray''da, Akmescid''de, Urumçi''de, Taşkent''te, Buhara''da, Semerkant''ta, Tebriz''de, Kerkü''te, Musul''da Muazzam-ı Şerif''te, Batı Trakya''da, Dobruca''da, Üsküp''te hürriyetle aşina olacak olan soydaşlarımızın, minareleri yıkılmış camilerde okuyacakları şükür duaları" vardı ve o günleri mutlaka göreceğiz diyordu...
Her ânı mücadele, her sözünün finali zaferdi onun... O sadece bir ''ihya'' ve ''inşa'' ustası değil, vefa, dostluk ve kardeşlik timsaliydi... Tükenmeyen enerji kaynağı, sözü yüreklere işleyen hatip, bir yandan çocuksu kalp sahibi ve diğer yandan teşkilatçılık bilgesiydi... Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı''nı bir ''reislik asabiyyesi''yle değil, ''kardeşlik hukuku''nu ve ''vefa''yı esas alarak yürüttü...
8 Aralık 1995''te, milletvekili adaylığı sırasında geçirdiği trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldığında henüz 36 yaşındaydı... Hâlen yokluğu fazlasıyla hissedilen bu ''yüreğe batan kalem'', toprağa değil, adeta ülküdaşlarının kalbine defnedildi... Zor yılların ''hâtıra ortakları'' onu yeniden doğrulmanın burcu olarak, asla yitip gitmeyeceği bir makama oturttular…