Kabul edilmesi gereken gerçekler
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla başlayan ve “küreselleşme” olarak sunulan konu, ABD’nin tek kutuplu dünya düzeni içinde hâkimiyetini ve etkinliğini yaygınlaştırma projesidir. Küreselleşme projesinde, ülkelerin egemenliği söz konusu değildir. Malın, bilginin, sermayenin, kültürün, sınır kısıtlamasına ve denetime tabi olmadan ülkelere girişini öngörür. Bu nedenle küreselleşmenin hedefi ulus devletlerin varlığına son vermektir.
Ulus devletlerin modasının geçtiği söylemleri propaganda amaçlı olup, kaynağı küreselleşmedir. Öncelikle Yugoslavya’nın dağılmasıyla başlayan ulus devletleri yok etme süreci, 11 Eylül 2001’den itibaren ulus devlet görünümünde olan ve bu durumlarını tamamlama aşamasında bulunan birçok devlete demokrasi ve özgürlük adı altında çeşitli müdahalelerle devam etmiştir.
***
Bu müdahaleler, ülkelerin bulundukları jeopolitik ortama göre değişkenlikler göstermiştir. Doğu Avrupa, Kafkasya ve Orta Asya’da ortaya çıkan “Turuncu Devrimler” sonucunda birçok ulus devlet, bu özelliğini kaybetmiştir. Küreselleşmenin bir parçası olan Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) kapsamında, “Arap Baharı” adıyla ortaya çıkan hareketler sonucunda da birçok ülkenin yönetimleri değişmiş ve ulus devlet yapıları sorgulanır duruma gelmiştir. “Devrim” ve “Bahar” hareketiyle dönüştürülemeyen ve dönüştürülemeyeceği öngörülen Afganistan, Irak ve Libya gibi ülkelere de “demokrasi ve özgürlük” adıyla askeri müdahalede bulunulmuştur.
Arap Baharı hareketinin son hedefi olarak gündemde olan Suriye’de durum vahametini korumaktadır. Suriye, 11 Eylül terör saldırısı sonrası, ABD tarafından hedef tahtasına konan ülkelerin önde gelenlerinden biridir. Rejimin ve yönetimin değişimi ABD tarafından desteklenmekte, bu maksatla bölgedeki bazı ülkeler aktör olarak kullanılmaktadır. Bu aktörlerin içinde Türkiye de bulunmaktadır.
***
Türkiye, bir taraftan küreselleşmenin etkilerine maruz kalırken, diğer taraftan da küreselleşmenin bir parçası olan BOP’a “eşbaşkan” olarak seçilmiş ve bunu kabullenmiştir. Bunun anlamı, bir taraftan kendi ulus devleti tasfiye edilirken, diğer taraftan diğer ulus devletlerin tasfiyesine de yardımcı olmaktır.
Türkiye’nin maruz kaldığı tehlikenin, yöneticiler ve hatta siyasetçilerin çoğu tarafından anlaşılamadığı değerlendirilmektedir. Hatta bundan dolayı da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulus devlet ve üniter devlet yapısının bozularak dönüşümüne ve tasfiyesine muhtemelen bilmeden olanak sağlandığı düşünülmektedir. Ancak bazıları tarafından da bunun bilerek ve çeşitli maksatlarla isteyerek yapıldığı da bilinmektedir.
***
Esas olan, Türkiye’nin varlığını, bütünlüğünü ve güvenliğini devamlı kılması ve bu maksatla egemen bir ülke olma konumunu muhafaza etmesidir. Bu nedenle bulunduğumuz coğrafya, jeopolitik durum, bölgenin sosyal ve kültürel yapısıyla kendi yapısını göz önünde tutarak ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet yapısını koruması ve bunu pekiştirmesi gerekmektedir. Bu kapsamda demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti anlayışını geliştirmesi önemlidir.
Komşu ülkelerle, etki ve ilgi alanındaki diğer ülkelerin demokrasi ve özgürlüğü, kendi demokrasi ve özgürlüğünü ve yukarıdaki değerleri muhafaza etmesine engel teşkil etmiyorsa o kadar önemli olamaz. Diğer ülkelere demokrasi, özgürlük ve insani düşüncelerle yapılan müdahaleler, o devletin ulus devlet yapısını bozuyor, çok uluslu devlet yapısına dönüştürüyor, çatışmaları derinleştiriyor, hatta bölünme tehlikesi yaratarak kendi güvenliğinize zarar veriyorsa, yanlış hareket ediliyor demektir.
***
Yönetimin Suriye politikasının, yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde uygun olmadığı kanaati hâkimdir. Stratejide yapılan hatanın, taktik manevralarla düzeltilmesi mümkün olamayacağından, gelişen olaylardan sonra politika ve stratejide değişiklik yapılmasının mümkün olamayacağı, bu nedenle dönüşü olmayan bir yola girildiği kıymetlendirilmektedir.
Uygulanmakta olan politika ve ona göre takip edilen stratejilerin, bundan sonraki zararını bir nebze olsun azaltabilmek için, Suriye’nin siyasi bütünlük içinde toprak bütünlüğünün sağlanmasının ve bütün kesimleri içine alan veya tümünü gözetebilecek ve ülkeyi bir arada tutabilecek bir yönetimin oluşması için çaba gösterilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir. Yeni oluşumda üniter yapının korunmasının da Türkiye’nin güvenliği açısından önemli olacağı düşünülmektedir.