İstikrarlı büyüme için tasarruf şarttır
Türkiye’de 20 yıldan fazla yaşamış olan gazeteci Andrew Finkel, “Türkiye Hakkında Herkesin Bilmesi Gerekenler” isimli kitabında, “Türkler para biriktirmiyor. İşler iyi gidince harcamayı çok seviyorlar. Para harcamak neredeyse Türklerin ulusal karakterlerinin bir parçası” diyor.
Türkiye’de ekonomi alanında siyasi iktidarlar her zaman etki-tepki politikası uyguladılar. İktisat politikalarında hep radikal davrandılar. 1950-1960; liberal döneme tepki olarak, 1980 yılına kadar ithal ikamesi politikaları uygulandı. 1963’ten on yıl sonra ithal ikamesinden dışa açılmaya yumuşak geçiş yaşasaydık, o yıllardaki krizler de olmazdı veya daha hafif olurdu.
1980; bu kapalı ekonomiye bir tepki olarak Özal döneminde 24 Ocak kararları ile papatyalar gibi bir gecede ve tamamıyla dışa açıldık... Daha planlı ve zaman içinde dışa açılmada yumuşak bir geçiş yapabilseydik, zikzaklı bir büyüme süreci yaşamazdık.
2002; AKP iktidarı daha da radikal davrandı... Küresel tuzağa düştü... Politikasızlık gibi en yanlış politikayı uyguladı ve uyguluyor. Bu politikasızlığın en çarpıcı bir sonucu, tasarrufların düşmesidir. AKP iktidarında ortalama tasarruf oranı, yüzde19-20’lerden yüzde 12-13’lere düştü.
Yabancı gazetecinin söylediği de budur. Biz küreselleşme sürecinde spekülatif sermaye tuzağına düştük... Gelirimizin yüzde 88’ini tükettik... İçeride tasarruf eksiğini dışa kaynaklarla karşıladık.
Dış kaynağa dayalı bir büyüme sürecinin devam etmesi imkansızdır. Zira cari açık arttıkça, dış borç arttıkça, varlıklar azaldıkça, ülke riski artıyor. Ülke riski arttıkça da ciddi yatırım sermayesi gelmiyor. Yerine kısa vadeli sermaye (sıcak para ) ve spekülatif sermaye geliyor. Zira bu tür sermaye bir yatırıma bağlı olmadığı için gerektiğinde kısa sürede çıkacaktır. Bu anlamda sıcak para girişi de kısa vadeli dış borç gibidir. Sıcak para, riski daha da artırıyor. Bu defa yerli sermaye de yatırım yapmıyor. Yunanistan’da yaşananlar da aynen böyle idi.
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde kalkınma daha önemlidir. Çünkü büyümenin toplumsal refaha yansıması için, aynı zamanda artan gelirin toplumun kabul edebileceği adalet ölçüsünde dağıtılması gerekir. İşçinin -memurun büyümeden pay alması gerekir. Yine sosyal göstergelerde, eğitimde ve sağlıkta da iyileşme olması gerekir.
Özetle sosyal ve siyasi boyutları olan bir süreç içerisinde gerçekleşen kalkınmanın finansmanı istikrarlı büyüme ile sağlanan gelir ve tasarruf artışıdır. Şimdi bizde yaşanan düşük büyüme, son on yılda üretmeden tüketmenin ve tasarrufu unutmamızın bir doğal sonucudur. Bugüne kadar hazır yediklerimizi ödemeden, bu süreçten çıkamayız.
2001 yılında IMF, Türkiye için 3 yıllık kısa vadeli bir program önerdi. Gerçekte ise bu program 15 yıllık bir perspektifi olan bir plan içinde olmalıydı. Bugün yapılması gereken de orta vadeli ve yalnızca rakamlardan oluşan planlar yerine, uzun vadeli politikalar tespit etmek ve bunu planlamaktır. Bu planlama 2023’te şu olacak, bu olacak gibi afaki tahminlerle olmaz. Ciddi ve belirgin politikalar olmalıdır.
Sonuç olarak istikrarlı büyüme için;
1) Tasarrufları artırmak ve sermaye birikimi sağlamak gerekir. Sermaye birikimi iktisadi büyümenin temel dinamiği, yatırımda temel şart olarak kabul edilmektedir. Yatırım artışı, tasarruf artışına bağlıdır.
2) Teknolojik gelişmeyi hızlandırmak gerekir. Teknoloji, üretimde kullanılan bilgi, organizasyon ve tekniklerdir. İleri teknoloji sayesinde aynı girdi ile daha fazla çıktı veya daha az çıktı ile aynı çıktı elde edilmektedir.
3) Eğitimli ve vasıflı iş gücünü artırmalıyız. İş gücü artışı hem gelire dayalı bir talep artışı yaratarak, hem de vasıflı iş gücü kaynağı olarak ve bu yolla daha fazla verimlilik yaratarak büyümeyi hızlandırmaktadır.