İsrail krizi ve arka planı
Türkiye’nin İsrail’le 1990’lı yılların başlarından itibaren düzelmeye başlayan ve 2000’li yılların ortalarına kadar düzgün giden ilişkileri, 2006’da Hamas liderinin Türkiye ziyaretinden itibaren bozulmaya başlamış, İsrail’in Gazze’ye olan saldırıları ve 2009’daki Davos krizi ile olumsuzluk had safhaya varmıştır. 2010’da İsrail’in, Gazze’ye yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine saldırısından sonra ilişkiler kopma noktasına gelmiştir. Son olarak BM’nin Mavi Marmara konusundaki raporunun basına sızmasıyla ilişkiler tamamen kopmuş, hatta iki ülkenin Doğu Akdeniz’de karşı karşıya gelmesi konuşulmaya başlanmıştır.
Mavi Marmara olayında 9 Türk vatandaşının İsrail’li askerler tarafından öldürülmesini mazur görmek mümkün değildir. İsrail, bunun hesabını vermek durumundadır. BM raporunun da tamamen taraflı hazırlandığı ve İsrail’i haklı göstermeye çalıştığı, Türkiye’nin tezlerini dikkate almadığı görülmüştür. Bunun sonucunda Türkiye de BM raporunu tanımamış ve İsrail’e karşı bir seri sert tedbirleri uygulamaya koymuştur. Bu konuda Türkiye’nin haklılığı tartışılamaz. Ancak durumun bu noktaya gelmesinde bazı eksiklikler olduğunu da dikkate almakta yarar görülmektedir.
Bunlardan birincisi, İsrail’in Filistin yerleşim bölgelerinde, karasuları ve mücavir uluslararası sularda, güvenlik paranoyası içinde, hukuk ve insanlık dışı davranışlar içinde bulunması ve kural dışı hareket etmekte tereddüt etmemesinin hesaba katılarak, Mavi Marmara’nın yola çıkışının engellenmemesidir. Başlangıçta bunun resmi bir devlet girişimi olmadığı, kurumların insani yardım kapsamında kendi inisiyatifleri ile gerçekleştirdikleri bir faaliyet olduğu ifade edilmiş, konuya kayıtsız kalınmıştır. Olay meydana geldikten sonra da iş işten geçmiştir. Bu konuda ideolojik bir yaklaşım izlendiği değerlendirilmektedir.
Diğer bir eksiklik de, konunun BM’ye götürülerek orada bir rapor hazırlanmasını talep etmektir. Raporu hazırlayan komisyonda bir Türk temsilci olsa da, diğer üyelerin İsrail yanlısı olabileceği ve İsrail’in uluslararası alandaki lobicilik faaliyetlerindeki etkinliğinin düşünülmediği anlaşılmaktadır. Karşılaşılan durum, haklı olmanın yeterli olamayacağını, uluslararası temaslarda, sonuç alma kapasitesinin önemli olduğunu göstermiştir. Söz konusu en önemli anlaşmazlık, Türkiye’nin İsrail’den özür beklemesi, Gazze’ye uygulanan ambargonun kaldırılması, İsrail’in de bunları kabul etmemesinden kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin yaptırımlarından İsrail’in zarar göreceği ve bölgede yalnızlığa itileceği açıktır. Ancak İsrail’in de Türkiye’yi ekonomik açıdan sıkıntılar içine sokmaya çalışabileceği, terörün artmasına sebep olacak girişimlerde bulunabileceği ve lobicilik faaliyetleri ile Türkiye aleyhinde durumlar yaratabileceği de dikkate alınmalıdır. Ayrıca “düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışı çerçevesinde İsrail’in Yunanistan’la yakınlaşmasının, GKRY ve ABD şirketi ile birlikte Kıbrıs açıklarında petrol arama anlaşmaları yapmasının da göz önünde tutulması gerekir.
Sayın Başbakan’ın Mısır ziyareti esnasında Gazze’ye de geçebileceği, bunun yeni gelişmelere sebep olabileceği de dikkate alınmalıdır. Bütün bu durumlara karşı tedbirler geliştirmesinin yararlı olacağı değerlendirilmektedir.
Bu kapsamda ABD’nin ve NATO’nun etkisini, İran’ın durumunu ve gelişen olayları da göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
ABD ve NATO, Doğu Akdeniz’in güvenliğine son derece önem vermektedir. Bu nedenle bugüne kadar bütün gerginliklere rağmen Bir Türk-Yunan çatışmasının çıkmasını önlemeye çalışan bir politika izlemiştir. Aynı şekilde Mavi Marmara’dan dolayı da bir Türk-İsrail çatışmasının çıkmasını önleyecek bir politika izleyeceği beklenmektedir.
Diğer taraftan önce ABD, sonra NATO projesi haline gelen Füze Kalkanı sistemi çerçevesinde Türkiye’ye radar sistemi yerleştirilmesi kararlaştırılmıştır. Sistemin NATO bölgesi ile birlikte İsrail’i de koruyacağı düşünülmektedir. Bu durumun özellikle iç politika ve İran üzerinde yaratabileceği olumsuz etkisini gölgelemek için Türkiye tarafından İsrail konusunun ön planda tutulmaya çalışıldığı da düşünülebilir.
Özür konusu Türkiye açısından bir prestij meselesidir. Bu nedenle siyasi girişimlerin ve diplomasinin İsrail’in özür konusunda ikna edilmesi yönünde geliştirilmesinin her iki ülke açısından da olumlu sonuçlar yaratacağı değerlendirilmekte, olayların yukarıda açıklanan arka planlarının da dikkate alınmasında yarar görülmektedir.