Irk ve azınlık meraklılarına bilgi notu
Etnik bölücülük 40 yıldır açıktan tartışılıyor. Sanki Türkiye bin yıl önce değil de, şimdi kuruluyormuş gibi. Birçok kaynaktan beslenen bu tartışma ve çatışma, etkili tedbirler alınamadığı için de, 30 yıldan bu yana kanlı teröre dönüşerek ülke bütünlüğünü tehdit edecek boyuta ulaştı. Özellikle, ABD Irak’ı işgal edince çok güç kazandı, Kuzey’deki kukla yönetimle bütünleşme sürecine girdi.
Bütün bunlar biliniyor da, Türkiye niçin bu tehlikeyi önleyemiyor? Gücü mü yetmiyor, yoksa doğru teşhis mi koyamıyor? Bunun üzerinde biraz duralım.
Aslında bu durum kanser olayına çok benziyor. Malum, hücreler vücudu koruyan askerler gibidir. Buna göre kodlanmışlardır. Ancak içlerinden biri, kansere yakalanıp huyu değişince, vücudu düşman gibi görüyor. Sonra da düşmanı yenmek üzere plan yapıyor. Bunun için hedefini, en hassas organlardan seçip ilişkiye geçerek bunları dönüştürmeye başlıyor. Yeterince güç toplayınca saldırıya geçiyor. Hiçbir engelle karşılaşmayan kanserli hücre, kendisiyle beraber bütün vücudu da öldürüyor. Evet kendisiyle beraber. Bu da, dönüşmüşlüğün ve düşmanlığın şiddetinden olsa gerek.
Peki bu süreçte diğer hücreler ne yapıyor? Ölüme seyirci mi kalıyor? Hayır işin farkında değiller. Çünkü kodlarında, kardeşlerinden düşmanlık gelebileceğine dair bir kayıt yok. Tabii bunda düşmanın sinsi ve planlı çalışmasının da rolü var.
* * *
İşte etnik-ırk fitnesi, bire bir olmasa da böyle. Devlet ve millet; dil, din, ırk gibi hangi kökenden gelirse gelsin, kendisinin birer parçası olanlardan düşmanlık gelebileceğini düşünmez. Kabul etmez. Hatta gönülleri olsun diye, bölücülerin isteklerini bir bir yaparak onları meşrulaştırır. Bu tavizlerin, gücüne güç kattığını görmez. Akan kan bile uyanmasına yetmez. Olup bitenleri geçici bir hal zannedilir. Hatta bazıları iyiye alamet sayar.
Tabii burada dış faktör çok daha önemli. Hastalığın icadı, proje ve yönetimi onlara aittir. İlaveten, milli güçlerin uyanışını ve tedbir almasını önlemek için en teknik, en hassas çalışmaları da yürütürler. Etkili noktaları hedef seçerler. Kafaları karıştırmak, teslim almak gibi. Makam, mevki, şöhret, servet yoluyla, hizmetkârlar takımı kurmak gibi.
Ülkenin bölünmesini; “demokratikleşme”, “özgürleşme”, “insan hakları”, “kardeşlik” ve “çağdaşlaşma” gibi göstermeyi iyi bilirler.
Tehlikeyi görenleri karalamak için şablonları hazırdır. Mesela; “Paranoyaklık”, “demokrasi-özgürlük” düşmanlığı, “ülkeyi içine kapamak” gibi silahlar hep ateş halindedir. Uyutma ve uyuşturmanın başarısı ölçüsünde, bölünme hızlanır. Bunun için imkânları sınırsızdır.
* * *
Bu süreçte, toplumdaki bilgisizlik, iç çekişme, nemelazımcılık, batı hayranlığı gibi durumlardan da çok yararlanırlar. Hele AB kriterlerinden, evrensel kurallardan bahsettiler mi, akan sular duruverir.
Biz de, sömürgecilerin oyunlarının ve gerçeklerin iyi anlaşılması için bu kuralları sıkça yazıyoruz. Çok sarıldıkları bir örneği tekrarlayalım.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Ulusal ve Etnik, Dinsel veya Dilsel Azanlıklara Mensup Olan Kişilerin Haklarına Dair Bildiri; 8. Madde 4. Bölüm’de aynen şöyle denilmektedir: “Bu bildirideki hiçbir hüküm, devletlerin egemenliği, eşitliği, ülke bütünlüğü ve siyasal bağımsızlığı şeklindeki BM’nin amaçlarına ve prensiplerine aykırı düşecek faaliyetlere izin verecek şekilde yorumlanamaz.”
İşte açık gerçek böyle. Devlet üstün değerdir, her hak ve özgürlük bu çerçevede geçerlidir. Aksi takdirde insanlık kaosa sürüklenir.
Bu gerçek karşısında ülkemize bakalım. Etnik bir lehçede; TRT-6’nın 24 saat yayın yapması, üniversitelerde bölümler açılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mevlit okutması, TBMM’de kürsüden konuşulması, Başbakan’ın halka hitap etmesi gibi tehlikeli ve sorumsuz uygulamaya, başka herhangi bir ülkede rastlanabilir mi? Asla.
Rastlanmaz, çünkü; böylesine farklılaştırıcı, yabancılaştırıcı ve ayrıştırıcı düzenlemelerle, yeni bir millet kimliği inşasına gidilmiş olunur. Bölücü terör de aynen bunları istemiyor mu? Bunun sonu bölünmek değil mi?
Koruyucu hücreler, kansere yakalanan hücrelerin düşmana dönüştüğünü bilemedikleri için görevini yapamıyor. Bu biliniyor. Peki onlarla işbirliği yapıyorlar mı? Onu bilmiyoruz.