İpin ucu kimin elinde?
Zihnimizi kimyasını bozdular da farkında değiliz. Meselâ gün 24 saat Mısır’daki darbeyi lanetlesek ve Beşar Esad’a uykumuzda bile hakaret yağdırıp Suriye’de kan döken taraflardan biri olsak, biz gerçekten “demokrat” olmuş olur muyuz?
Askeri cuntanın cumhurbaşkanı olarak atadığı Mahmut Mansur’un Yahudi olduğu kuvvetli delillerle ileri sürülüyor. Darbeci generallerin ve Mısır yönetimine getirdikleri yahut getirmek istedikleri kişilerin ya Hıristiyan ya Yahudi, ortak özelliklerinin Müslüman’dan nefret olduğu artık apaçık yazılıp çiziliyor.
Aynı zaviyeden ülkemize çevirdiğimizde gördüğümüz tablonun “Türk’ten nefret” merkezli olduğunu apaçık görüyoruz. Bir devlet ki adı Türkiye Cumhuriyeti olacak ve milleti kurucu unsuru ve kahir ekseriyeti Kürdü, Laz’ı, Çerkez’i ve diğer bütün unsurları ile “Türk” olacak, amma o ülkeyi yönetenlerin ortak özelliği “Türk’ten nefret” olacak; vicdan ve akıl işi mi? Hatta kimi bakanları “Türk değilim” demeyi bir “gurur vesilesi” görecek, kimileri “Yahudi olduğunu” imâ eden davranışlar sergileyecek, sonra da tutup, “Bu halkın yüzde 99’u Müslüman” tafrası atarak milletin imânını oya tahvil edecek. Be hey küstah, mâdem Müslüman’sın, o zaman niye ümmeti 36 etnik guruba bölüyorsun? Mâdem Müslüman’sın niye kendini Peygamber ilân eden bir Zerdüşt’le gizli anlaşmalar yapıyor, devletini kurduğunda Kuzey Kore gibi bir ucube ortaya çıkaracak bir zalime Müslüman Kürdü kendi ellerinle teslim ediyorsun?
Övündüğün bu süreç başlayalı beri büyük şehirlerden otobüslerle dağlara militan taşınıyor. Üniversite yerleşkeleri terör örgütünün çadırları ile dolu; malum flamalarını asmış, “Sevdamız gibi çayımız da kaçak” dövizleri altında izzeti ikramla militan devşiriyor. Gezi Parkı’nda olan polis PKK çadırları çevresinde niye yok?
“Ülkeyi terk et” dediğin katiller, sinyaller üzerinden izlendiklerini fark edince telsizlerini Irak’ın kuzeyine gönderip kendileri şehirlere indi, onlar da çadırlar kurdu, sivillere örgüt propagandası yapıyor.
Bu ne biçim bir “barış sürecidir” ki askerin morali sıfıra indi, katilin özgüveni tavan yaptı?!
Bir gün “şöyle” diyorsun başka gün “böyle” diyorsun. Bizler de, “Yahu senin hangi dediğin doğru” diye farklı konuşmalarını yan yana getiriyor, hem zatıalilerinizden izahat bekliyor, hem milleti uyarmaya çalışıyoruz.
Amma biliyoruz ki, beyhude uğraşıyoruz. Çünkü siz dün ne söylediğinizi ve bugün ne söylediğinizi ve bunlar arasındaki zıtlığı da zaten biliyorsunuz? Görünen o ki aslında sizin bilmediğiniz, “biraz sonra ne söyleyeceğiniz” !
Tıpkı Libya bahsinde “Orada NATO’nun ne işi var, biz buna karşıyız” dedikten birkaç saat sonra, “İzmir’i Libya operasyonları için NATO’ya açtık” mealindeki sözleriniz gibi. “Kardeşim Esat”tan “Katil Esed”e, geçişiniz gibi... Bari ne söyleyeceğiniz belli olmadan hiç konuşmasanız ve biz de bu kadar rencide olmasak...
Günlerdin yandaş medya zatıalilerinizin sabahlara kadar Obama ile Mısır’ı konuştuğunuzdan bahsediyor. Bu bize palavra gibi geliyor.
Ve inşallah palavradır diyoruz..
Palavra değilse, o zaman...
Mısır için saatlerce Obama’yı iknâya çalışan bir Türkiye Cumhuriyeti yöneticisinin Kerkük’teki Türkmen katliamı için küçük bir ricada bile bulunmaması karşısında vatandaş “Böylesine insani bir meselede bile Türk’ü hatırlamaması” bizi kim yönetiyor kuşkusunu iyiden iyiye duymaya başlar...
Defalarca söyledik, kılavuz ABD olunca baş belâdan kurtulmaz. Başına çorap örmek için Saddam’ı Kuveyt’e soktukları gibi sizi de Suriye işine bulaştırdılar. Dün ortak bakanlar kurulu topladığımız kardeş Suriye ile bugün bu tuzak yüzünden kanlı bıçaklı olduk. Şimdi ABD Genelkurmay Başkanı tutmuş, “Esad’ın Suriye’deki varlığı en az on yıl sürer” diyor...
Ne olacak şimdi?