İhtiras
Tolstoy'un "Harp ve Sulh" adlı romanı bir şaheserdir. Hollywood aynı yüceliğe yakın bir şekilde sinemaya kazandırmıştır. Napolyon'un ordusu karşısında devamlı geri çekilen Rus general Harp Meclisini toplar, "söz sizlerin" diyerek genç subaylarını dinlemeye başlar. Ateşli ve öfkeli subaylar: "Neredeyse Moskova önlerine geldik. Askerlik şerefimiz kalmadı. Neden saldırmıyoruz?" diyerek tepkilerini dile getirirler. Rus general sabırla dinledikten sonra "Napolyon'u biz yenemeyiz. O'nu ihtirasları yenecek!" der. Harp Meclisi toplantısı sona ermiştir.
Nitekim Rus steplerinin korkunç kışı başlar ve Napolyon'un ordusu donarak mahvolur. İhtirası yüz binleri öldürür, yok eder.
Enver Paşa Erzurum/Köprüköy'de Harp Meclisini toplar. Hayali planı üzerinde tenkit kabul etmez. Taarruz emrini verir. 80 bin yiğit bir gecede donar. Hitler bu iki büyük tecrübe önünde iken Rusya'ya iklim şartlarını düşünmeden saldırır. Yüzbinler de orada donarak ölür. Kör ihtiras nesillerin sebeb-i felaketi olmuştur.
İşitilmiş bir tarz değil
İhtiras makul ölçülerde olursa hayatın itici gücüdür. Aşksız ve ihtirassız büyük işler başarılamaz. Ancak, ölçü aşıldı mı ihtiras kişiyi köleliğe götürür.
İhtirasın en tehlikeli olduğu yer siyasettir. Siyaset çok geniş bir alana yayılmıştır. Başkentin yollarını kapatmak böyle bir ihtirasın ürünüdür.
Sayın Cumhurbaşkanı memleketin bugünkü tablosu karşısında bile sorumlu başbakan olarak yaptığı yanlışları düşünmüyor. Hâlâ başkanlık sisteminde ısrar ediyor! Kendisinin bildiği, kendisinin düzenlediği, kendisinin takipçisi olduğu teröristlerle müzakere görülmüş ve işitilmiş bir tarz değildir. TBMM'de bu konu görüşülmemiş, hükümet bir yetki almamış, teröristler silah bırakmamışlar, onlara silahlarınızı teslim edin ve gidin diyen de olmamış böylesine acayip bir ortamda "Açılım Süreci" başlamıştır. Ne kadar hazin ki bu süreç asker kışladan, polis karakoldan çıkmasın emir ve talimatıyla sadece PKK'nın işine yaramıştır. Örgüt, yıpranmış kadroları dağdan indirmiş, insan gücünü, şehirlerden sağladığı genç, sağlıklı kadrolarla yenilemiştir. Hiç şüphesiz bu arada gelecekteki terör için şehir ve kasabalarda gerekli çalışmalar yapılmış, hücre düzeni geliştirilmiştir. Bugün Cumhurbaşkanı "hangi dilden anlarlarsa o dilden konuşacağız" diyor. Ne yazık ki o dilden artık anlayan yoktur.
Cumhurbaşkanı Rize'ye gidiyor, çeşitli kuşları doğaya salıyor. Aynı gün Anadolu'da beş yerde şehitler toprağa veriliyor, milletin içi yanıyor, Sayın Erdoğan basında yer alan şu mealde bir açıklama yapıyor: ''Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesidir. 10 Ağustos 2014'te cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle yeni bir döneme girilmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı elbette yetkiler çerçevesinde, ama doğrudan millete karşı sorumlu olarak görevini yürütmek durumundadır, ister kabul edilsin ister edilmesin. Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiilî durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesidir."
Havanda su dövüldü
Sayın Erdoğan'ın bu açıklamaları çok ciddi gerekçelere dayanan "fiilî güç demek Anayasayı ihlaldir" teziyle karşılandı. Bu görüş sahiplerine göre Cumhurbaşkanı, hem Anayasa'daki yetkisinden hem de fiilî gücü olduğundan söz ediyor. Bu beyan Anayasadaki yetkisinin fiilî gücünün gerisinde kalabileceği anlamına geliyor. Cumhurbaşkanı seçilmesi onun Anayasada fiilî bir güç kullanması anlamına gelmez. Fiilî güç demek Anayasayı ihlalle eş anlamlıdır.
Cumhurbaşkanı'nın açıklamasına hukukçulardan da tepki geldi. 2007'de AKP'nin Anayasa Taslağı'nı hazırlayan ekibin başında yer alan, Anayasa hukukçusu Prof. Ergun Özbudun; "Anayasa'da cumhurbaşkanının yetkileri bellidir. Cumhurbaşkanı, iradesi ile yönetim sistemini değiştiremez. 1982 Anayasası cumhurbaşkanına hangi yetkileri veriyorsa/vermiyorsa, o metin olduğu gibi geçerlidir. Dolayısıyla yönetim sisteminin değişmiş olması söz konusu değil. Zaten Cumhurbaşkanı'nın bu beyanı, fiilî durumun anayasaya uygun olmayan bir durum olduğunun ve mevcut yönetimin anayasaya uygun olmadığının itirafıdır. 'Fiilî durum anayasaya uygun değil, anayasayı ona uyduralım' diyor. Dolayısıyla anayasaya aykırı bir durum olduğunu bizzat bu ifade kanıtlıyor" açıklamalarında bulundu.
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Sami Karahan da; "Türkiye'de darbe oldu. Anayasayı yok sayıp, başkanlık sistemine fiilen geçildi dersen, birileri de aynı yolla özerklik ilan eder" ifadelerini kullandı.
Ekonomi çatırdıyor. İşsiz sayısı 3 milyona yaklaşmış durumda. Ülkenin en az yarısı fakirlik sınırındayken, seçim yenilensin diye 40 gündür havanda su dövülüyor.
Aklını, mantığını, nefsinin, tutkularının önüne alacak dirayetli liderlere muhtacız. Kendi zaafları içinde boğulmaya mahkûm olanların millete vereceği nedir?