İhtilali yaşamak
12 Eylül Darbesi'yle ilgili yazı yazmak istemedim. Düşündüm ama içimden gelmedi. Ancak, haber kanallarının hepsi buna yer ayırınca, fikir değiştirdim. Diğer etken "Ben ihtilalden bir yıl önce doğdum" diyenlerin ahkâm kesmeleriydi. Lafa böyle girip, sonra altı bağlı dönemlerini anlatmaya kalkmaları canımı sıktı. Hani adama "Fransız şarabı mısın" deyip yaşıyla dalga geçerler ya. Bunu da kabul etmiyorum.
12 Eylül 1980'de 14 yıllık gazeteciydim. Başlayayım anlatmaya. Darbenin ilk sinyalini Harbiye'deki TRT binasına tankların gidişiyle aldım. "Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur" bildirisinin okunması çok sonradır. Kenan Evren'in, Başbakandan Bakanlara kadar hükümet listesini cebinde taşıması planlamanın çok önceden yapıldığının belgesiydi.
Aynı kaynaklı
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 derken 12 Eylül 1980'de de vatandaş bir kez daha askeri yönetime direnmeden teslim oldu. Dış destek yine aynı yerdendi; "Atlantik ötesi". İçeriden ise bir tek örnek yeterli. Rahmi Koç "İş adamları totaliter rejimleri sever. İstikrar vardır" demişti. İşçi hareketinin denetiminden söz ediyordu. Açıkçası patronlar mutluydular.
Siyasi liderler anında derdest edilip, Zincirbozan'a -aslı Zincirbozar'dır- yollandılar. Medya için zor dönem başlamıştı. Pancar Köy'de askeri birliğin üzerine F-4 uçağının düşmesinin fotoğraflarını yayınlayan gazeteler bile toplatıldı. "Köylü güç durumda. Biriktirdiği altınlarını bozduruyor" haberini yapan gazete anında kapatıldı.
Her devrin adamları
Bir de "Yağcılar'da inecek var" takımı ön plana çıktı. Bunlardan çarpıcı örnekler versek bugünün ünlü gazetecileri saklanacak yer arar. Kamudan bir konuyu dile getirmek istiyorum. Evren Erzurum'a gitti. Sadece güzergahındaki binalara badana boya yapıldı. Onların da ön taraflarına. Arka taraflar aynen bırakılmıştı.
Dul MGK başkanının "Emel Sayın'a tutkun" şeklindeki balonları havada uçuşuyordu. Oysa Bülent Ersoy'a getirilen yasakta Nurettin Ersin Paşa'nın torununun şarkıcıyı taklit edişinin etkisi büyüktü.
Özetle "fazla denetimli" yıllar yaşadık. Şakşakçılar bu dönemi her zamanki gibi "mutlu, mesut" geçirdiler. Demokrasiyi savunanlar dipçiği yedi. Nazlı Ilıcak başı çekti. Bizzat Evren'in talimatıyla Bayrampaşa Cezaevi'ne tıkıldı. Tercüman Gazetesi bir bayram günü kapatıldı. Hem de tıka basa reklam dolu iken. Böylece Kemal Ilıcak'ın yıllar yılı tırnaklarıyla kurduğu medya imparatorluğunda bitişe imza atıldı.
En zor dönem
Seçim kararı alınıp, eski liderler devre dışı bırakılınca yeni yüzler ortaya çıktı. Turgut Sunalp'a parti kurduruldu. Bu emekli paşanın ayrıcalığı Kenan Evren'in "Ağabey" dediği ender isimlerden olması idi. Tercüman Grubu mecburen Sunalp'ı desteklemeye başladı. Ben ise o sırada Yankı Dergisinin başında idim. Neler yaşadığımızı Ankara temsilcimiz Taha Akyol ile birlikte çalıştığı Hilmi Bengi'ye sormak mümkün. Bengi, yıllar sonra Anadolu Ajansı Genel Müdürü oldu. Onun Bülent Ecevit'ten aktardığı şu sözleri tekrarlamakla gurur duyuyorum; "Bir gün demokrasi tarihi yazıldığında, adınız altın harflerle geçecek". Doğrusu demokrasi adına gerçekten iyi işler yaptık. Hatta "yasaklara rağmen" Ecevit'e yazılar yazdırma cesaretinde bulunduk. Bizi takip etmeye kalkan Cumhuriyet Gazetesinin Genel Yayın Müdürü Hasan Cemal, "Kıbrıs Barış Harekatı"nın yıl dönümünde Ecevit'in anılarına başladı. Bu sadece tek gün sürdü. "Yasak geldi". Ben ise belli aralıklarla Selimiye Kışlası'na götürüldüm. "Medya sorumlusu Çetin Paşa görüşecek" dendi. Sandalye tepesinde saatlerce bekletildim. Güneş doğarken "gidebilirsiniz" dediler.
Hele bir seçim dönemimiz var ki, iftiharlık. Maksim Gazinosu'nda elde kadeh Harbiye Marşı söylenirken, biz "Turgut Özal kazanıyor" manşetleri attık. Hüsamettin Cindoruk'un yerine Mehmet Yazar'ı getirme gayretlerini önledik. Özetle Nazlı Hanım'la papaz olduk. Tam seçim haftası yolladığı başyazıyı kaldırıp çöpe attım. Yerine "ANAP iktidara geliyor"u kaleme aldım. Dergi yalıya gittiğinde kıyamet koptu. Ama sandıktan çıkan biz olmuştuk. Özal'a zaferi getiren tek gerekçe vardı; "Ne de olsa Süleyman Demirel'in rahle-i tedrisinden geçmiş biri".
Bir temenni
Sandıkların açıldığı geceyi unutmak mümkün değil. Beni telefonla arayan MDP adayı Suat Yalkın'a birkaç gün önce söylediğim "İstanbul'un üç bölgesinden sadece birer milletvekili çıkarırsınız" şeklindeki tahminimi tekrarladım.
Yazımı bir temenni ile bitirmek istiyorum. O da Nazlı Ilıcak'ın bir an önce tahliye edilmesi. Onunla yıllar yılı çalışmış biri olarak bu ülkeye zarar vereceğine asla inanmıyorum. O da kandırılanlardan. Bu yaştan sonra maazallah hapiste vefat ederse -Allah korusun- sebep olanlara "kara leke" gibi yapışır, kalır.
...
ÖZEL NOT: Doç. Dr. Burak Küntay'ın NTV'deki sözlerinin bana yazı değiştirttiğini itiraf ediyorum. Rahmetli babasıyla dostluğumuzu unutamam. Politika bir yana "haydi Girne'ye" veya "Sultanköy'e" gidiyoruz şeklindeki emrivakilerinin tadı hâlâ damağımda. Bu arada Küntay Jr'un sakallarını kesmesine sevindim. Yakışmamıştı.