İhanet adasında neler oluyor?
Terörü sonlandıracağım derken propagandayla kralın çıplaklığı gizleniyor
Gündemde olan ve adına “İmralı süreci” denen husus, neden bugüne kadar ortaya çıkmamış da şimdi söz konusu olmuştur? Bu konuda en önemli etkenin dışarıdan geldiği değerlendirilmektedir. Türkiye terörle askeri alanda mücadelede iyi bir duruma gelmiştir. Terör örgütü hissedilir derecede zayıflatıldığından eylemlerinde arzu ettiği sonuca ulaşamayacak duruma getirilmiştir. Ancak, Irak topraklarındaki teröristlerle mücadelede, bilinen engellemelerden dolayı istenen seviyeye ulaşılamamıştır. ABD’nin, terörle ulaşılmak istenen hedefe ulaşıldığını kıymetlendirerek konuya artık siyasetle devam edilmesinin uygun olacağını düşündüğü, Avrupa’nın da bu yaklaşıma katkı sağladığı, yapılan açıklamalardan ve sürece verilen destekten anlaşılmaktadır. Bölücübaşının da açlık grevlerindeki etkisi test edildiğinden, bu şahıs üzerinden bir müzakere sürecinin başlatılması öngörülmüş, hükümetin kararıyla MİT tarafından gerçekleştirilen ön görüşmelerle de bunun mümkün olabileceği kanaati oluşmuştur.
Hatta bu konuda anlaşmanın sağlandığı, şimdiki durumun, toplumum bu anlaşma şartlarına alıştırılması için bir çalışma süreci başlatıldığına ilişkin ifadelere de şahit olunmaktadır.
Terörün bitmesi herkesin arzusu
Terörün sonlandırılması için görüşmeler yapılması, teröristlerin silahlarını bırakarak teslim olması ve ödünsüz olarak terörün sonlandırılmasının sağlanması, arzu edilen bir durumdur. Ancak bunu gerçekleştirmek için teröristbaşıyla pazarlık yapılmamalı, teröristlere kabul edilemeyecek imkânlar tanınmamalı ve bölücülüğe ortam yaratacak düzenlemeler için girişimde bulunulmamalıdır. Basında yer alan haberlerden, bu kapsamda birçok konunun gündeme geldiği anlaşılmaktadır.
Suçluyu kaçmaya teşvik
Müzakerenin bir parçası olarak ifade edilen, teröristlerin silahını bırakarak veya bırakmayarak Irak’ın kuzeyine kaçması halinde müdahale edilmeyeceğinin söylenmesinin, kamuoyu ve güvenlik güçleri üzerinde nasıl bir duygu oluşturacağı düşünülememektedir. Bu bir noktada suçluya “kaç ben seni görmeyeceğim” demektir. Güvenlik güçlerini de “onları görmezlikten gel” diyerek, vazifesini yapmamaya sevk etmek ve bir anlamda suç işlemesini istemek demektir. Böyle bir gelişme olduğu takdirde, ihtiyaç duyulduğunda güvenlik güçlerinden tekrar teröristlerle mücadele etmelerinin nasıl isteneceği merak edilmektedir.
Bölücülere af ve siyaset imkânı
Diğer taraftan gündemde olan konulardan birinin de bölücülükten suçlu olan KCK’lıların tahliyesinin sağlanması ve zaman içinde PKK’lıların da suçlu olma durumlarının ortadan kaldırılması olduğu ifade edilmektedir. Hatta zaman içinde bunlara siyasi haklar verilerek siyaset yapmalarına olanak sağlanması da gündemdedir. Sürecin genel affa kadar uzanması, hatta Öcalan’ın 5-10 yıl içinde Meclis’te görülmesinin dahi mümkün olabileceğine ilişkin haberlere de rastlanmaktadır. Bu konuların kamuoyunda kabul görmesi ve oluşabilecek tepkilerin hafifletilmesi için, Ergenekon, Balyoz ve benzer davalardan tutuklu olanlara, buna benzer imkânlar sağlanabileceği şeklinde bir uyanıklığa gidileceği de konuşulmaktadır. Başta 26. Gnkur. Bşk .E.Org. İ. Başbuğ olmak üzere, Silivri ve Hadımköy’deki onurlu tutuklularca, böyle bir uygulamanın kabul edilmesinin mümkün olamayacağı açık, net, sert ve anlamlı bir şekilde açıklanmıştır. Onlar affın figüranı olamayacaklarını belirtmişlerdir. Böyle bir uygulamanın duyarlı kamuoyu tarafından kabul görmesi de mümkün değildir.
Bölünmeye zemin hazırlanması
Pazarlık konularından biri ve en tehlikelisi de anayasa düzenlemelerinde vatandaşlık tarifi, kimlik ve eğitim dili konularındaki isteklerdir. Anayasanın 3. Maddesinde belirtilen “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir” ifadesindeki ülke bölünmezliği “üniter yapıyı” tarif eder. Federasyon, demokratik özerklik yapıları ve yerel yönetim yetkilerinin artırılması bu özelliği bozar.
Millet bölünmezliği de “ulus devleti” tarif eder. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ve yapı taşı “Ulus Devlet” tir. Teröristlerle pazarlık yapmak zaten hatadır. Hele Ulus Devlet’i pazarlık konusu yapmak en büyük hata olacaktır. Ulus devletten vazgeçmek bölünmeye hizmet etmek demektir. Bu nedenle vatandaşlık tarifi de değiştirilemez. Kimlik konusu bahane edilerek, anayasadan Türk ifadeleri çıkarılamaz.
Ana dilde eğitim ve zaruri haller dışında kamu kurumlarında Türkçe dışındaki mahalli dillere yer verilmesi de dil birliği ve anayasanın değişmez maddeleri içindeki “Dili Türkçedir” anlayışını bozar. Ayrı bir dil, ayrı bir millet olgusu yaratır.
Terörü sona erdirmek son derece isabetli bir yaklaşımdır. Bu konuda gösterilecek siyasi kararlılık önemlidir. Bunun yolu da önce terör örgütünü askeri alanda mağlup ederek, tehdit yaratması durumunun ortadan kaldırılmasıdır. Ancak terörü sona erdireceğim derken siyasi bölücülüğe ortam yaratılmakta, bilerek veya bilmeyerek, kimlik, vatandaşlık, yemin metinleri derken, Türk ve Türk Milleti olmaktan vazgeçilmekte, eşit vatandaşlıktan farklı vatandaşlığa geçiş yapılarak ayrı bir millet oluşturulmasına imkân yaratılmaktadır. Bölünmeye hizmet edecek ve zemin hazırlayacak olan bu girişimlerden uzak durulmalıdır.
Bu bir savaş değil ki barış olsun
Bugüne kadar yapılanı savaş olarak nitelendirenler, şimdi savaştıkları tarafla barış anlaşması imzalamaya yönelmişlerdir. Bu bir savaş ise, o zaman karşınızdaki gücü uluslararası anlayışa göre legal olarak kabul etmişiniz demektir. Karşı taraf kimdir? PKK mı? PKK’ya destek verenler, sempatizanları, yandaşları veya onlarla gönül bağı kuranlar mı? Eğer karşı taraf PKK ise ve muhatap olarak da kabul edilmişse bu yaklaşım onu legal hale getirir.
Savaşta barışı, normal olarak mağlup olan ve düşmanıyla baş edemeyen talep eder. Ancak yapılan bir savaş değil, terör ve teröristle mücadeledir. Teröristin silah gücüyle alamadığını, açılım ve müzakereyle vermenin bir anlamı yoktur. Şimdi ne oldu da böyle bir sürecin başlatılması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Anlaşma olması için karşılıklı al-ver ilişkisine girilmesi de kaçınılmazdır. Alınacak olanın, teröristin terörü sona erdirmesi olduğu belirtilmektedir. Ancak verilecek olanın ne olduğu açık bir şekilde ortaya konamamaktadır.
Örgüt yeniden ortaya çıkabilir
Bölücübaşıyla yapılan ve yapılacak olan müzakere süreci bir pazarlık olacaktır. Ancak verileceklerin kâr hanesine yazılacağı, zamanla bölünmeyi sağlayacak isteklerin artarak gündeme geleceği hesaba katılmalıdır. İsteklerin karşılanmaması halinde yeniden örgütlenip veya çekirdek halinde bırakılacak örgütün canlandırılmasıyla silaha yeniden başvurulabileceği dikkate alınmalıdır. Türkiye’nin bölünmesine katkı sağlayan ülkelerin, yeniden bu oluşuma destek verebileceği de düşünülmelidir. Bu nedenle terör örgütü mücadele edilerek ya yok edilmelidir, ya da silahını bırakarak teslim alınması sağlanmalıdır. Bölücülüğün silahlı ayağı mağlup edilerek ortadan kaldırılmadan siyasi bölücülüğün zayıflatılamayacağı bilinmelidir. Ulus devletten uzaklaşılarak ayrı bir millet oluşumuna ortam yaratmak, bölünmeye fırsat vermek demektir.
Hatalı süreç birleşmeyi değil, ayrılığı getirebilir...
Biz bir bütünüz. Türk milleti kavramı içinde bütünüz. Türk milleti, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye toprakları içindeki ahalidir. Etnik kökenlerimiz farklı olabilir. Ancak üst kimlik altında birleşmişizdir. Bizim birbirimize karşı düşmanlığımız ve savaşımız yoktur ki barış yapalım. Barış adı altında birlikte olmak yerine, ötekileştirme gerçekleştirilmeye çalışılmakta, etnik kimlikler ön plana çıkarılarak ayrılık tohumlarının ekilmesine hizmet edilmektedir. Türk kelimesi sadece etnik olarak ortaya konmakta ve diğer ırklarla birlikte ifade edilmektedir. Bu şekilde davranmak ülkeyi toplum, dolayısıyla millet olarak bölmek demektir. Müzakereleri hükümetin değil, devletin yapmakta olduğuna ilişkin, kabul edilmesi çok zor ve biraz da yadırganacak ifadelerde bulunulması, bu yapılan işin bazı sakıncaları olduğunun bilindiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Kamuoyu üzerinde yoğun propaganda
Terörün sona erdirilmesi amacıyla, milli birlik ve kardeşlik projesi adı altında, anaların ağlamaması argümanı da kullanılarak başlatılan ve adına “İmralı süreci” denen, bölücü başıyla yürütülen müzakerelerin kamuoyunda kabul görmesi ve olası tepkilerin önlenmesi için yoğun bir propaganda faaliyetine girişildiğine, hatta kamuoyunun bu konuda bombardımana tabi tutulduğuna şahit olunmaktadır.
Önce müzakere edilecek şahıs masum, makbul, dindar ve iyi niyetli olarak gösterilmiş, daha sonra da diğer aktörler ve hatta Paris’te infaz edilenler dahi barış temsilcisi ve önemli kişiler olarak sunulmak istenmiş ve aklanmaya çalışılmıştır. Eş zamanlı olarak da bu süreci, toplumdaki her kesimin kabul etmesi yönünde beyin yıkama operasyonuna girişilmiştir.
Bu maksatla medya çok yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Yandaş olarak bilinen ve nitelendirilen görsel medyanın kanalları başta olmak üzere, mümkün olduğu ölçüde tarafsız kalmaya çalışan saygın haber kanalları da dahil, hemen hemen tüm kanallar ve yazılı medya, 1-2 istisna dışında, bu propagandaya imkân sağlamaktadır. Buralarda kendilerine yer verilenler, koro halinde desteklerini ortaya koymaktadır. Aksini söyleme ve yazma ihtimali olanlar devre dışı bırakılmaktadır. Fırsat yakalayıp söyler veya yazıp, mevcut sürecin sakıncalarını dile getirenlerin de nelerle karşılaşacağı kestirilememektedir.
Propagandada şehit aileleri ve gaziler de kullanıldı
Türk milletini, Türk kamuoyunu söz konusu sürece alıştırmak için, seçilmiş bazı şehit aileleri ve gazilerle, onların dernek temsilcileri dahi bu propagandaya alet edilmiştir. Bu ülkede sadece şehit yakınları ve gaziler olmadığı gibi, seçilmiş birkaç kişi hariç, onların da tümü bu duruma karşıdır. Hatta şehit Aileleri Federasyonu Başkanı, halkın sürecin bu şekilde yürütülmesini onaylayıp onaylamadığını anlamak için referanduma gidilmesini önermiştir.