İdlib'te savaşırken Türk yurtlarında neler oluyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İdlib'te 8 şehit, 6 yaralı verdiğimiz saldırıya ilişkin olarak "askerlerimize yapılan saldırı, Türkiye açısından Suriye'de yeni bir dönemin miladıdır" ifadesini kullandı.
Aslında sadece Türkiye için değil Suriye'deki bütün aktörler için yeni bir dönemin başlangıcı olacak. Nitekim önceki günkü yazımızda bu saldırının Suriye'de yeni bir safhanın başlangıcı olacağını ve Suriye'deki aktörleri de saflarını yeniden belirlemeye iteceğini söylemiştik.
Gelişmeler de bu yönde.
Erdoğan konuşmasında yeni dönemin başlangıcı olabilecek şekilde Suriye yönetimini açıktan uyardı ve Suriye rejiminin bu ay içinde Türk gözlem noktalarının gerisine çekilmesini beklediklerini, aksi halde Türkiye'nin bu işi bizzat yapmak zorunda kalacağını vurguladı.
Demek istediği Suriye ordusunun Soçi mutabakatının imzalandığı Eylül 2018'deki pozisyonuna çekilmesi.
Bunun gerçekçi bir talep olduğunu söylemek mümkün değil. Nitekim bu açıklamadan hemen sonra Suriye ordusu dördüncü Türk gözlem noktasını da kuşattı ve TSK'nın ilave güçler göndererek ulaşım hatlarını kontrol altına aldığı Serakib şehrini de kuşattı. Şam yönetimi adeta Erdoğan'ın söylemlerine meydan okuyordu.
Lavrov'un da açıklamalarından anlaşılıyor ki, Rusya İdlib'teki gelişmeleri sadece izliyor ve bunu yaparken de Türkiye'nin tavrının yanlış olduğunu, Soçi mutabakatının hükümlerini aşan şekilde İdlib'te konuşlanmasını artırdığını ifade ediyor. Yani Suriye ordusunun operasyonlarının sürmesine ses çıkarmıyor.
Burada dikkat çeken husus Suriye ordusu ve Şii milislerinin Soçi mutabakatıyla karar altına alınan ve tesis edilen 12 Türk gözlem noktasına yönelik saldırı yapmazken, Türkiye'nin son günlerde İdlib'e soktuğu yeni konvoylarla oluşturulan geçici kontrol noktalarına saldırmalarıdır. Yani Soçi mutabakatını Suriye değil Türkiye ihlal ediyor mesajı veriyorlar.
Ayrıca Erdoğan'ın halk kendini temsil eden birisini seçinceye kadar oradayız diyerek adeta Esad baştayken çekilmeyeceğiz mesajı veriyor ki bu hem Rus hem de Suriye tarafınca Soçi ve Astana mutabakatlarına aykırı görülüyor. Rus onaylı Suriye operasyonlarının bir nedeni de bu söylem.
Diğer taraftan Erdoğan, İdlib'te asker bulundurulmasıyla ilgili olarak "bizim elimizde kapı gibi bir Adana Mutabakatı Anlaşması var ve biz bu anlaşmanın gereği olarak oradayız" dedi. Suriye ise SANA ajansında yayımlanan haberde, Erdoğan'ın doğruyu söylemediğini ve Adana mutabakatının Türkiye'ye otomatik harekat yetkisi tanımadığı karşılığını verdi.
Gerçekten de Adana mutabakatı karşılıklı koordinasyonu ve istihbarat paylaşımının yapılmasını öngörüyor ve sınır ötesinde tek taraflı harekatlara izin vermiyor.
Erdoğan yönetiminin içeride olduğu dış politikasında dini referanslara ağırlık vermesi, Türk Milleti kavramı yerine ümmet kavramını esas alması, Filistinlilerin yaşadıkları için uluslar arası toplumu ayağa kaldırmaya çalışması, Suriye'de çoğunluğu Arap olan bölgeler için Menbic Menbiclilerin, Rakka Rakkalıların, İdlib İdliblilerin, buraların sahiplerine verilmesi için mücadele ediyoruz deyip Şam yönetimiyle savaşı göze aldığını görüyoruz.
Savaşı göze almak demek, İdlib'te kısa süreli de olsa Suriye ile çatışmak demek Türkiye'nin ABD ve NATO'dan destek talep etmesi demek. ABD'den gelen açıklamalar adeta Türkiye-Suriye çatışsa da bizde bölgeye gelsek isteğini deşifre ediyor.
Hatta açıkça yol gösteriliyor. ABD'nin PKK'ya karşı istihbarat paylaşımı mekanizmasının Kasım 209'da sona erdirildiğini önceki gün duyurması da bunun bir emaresi. ABD diyor ki "eğer İdlib başta olmak üzere yeniden istihbarat paylaşımına başlarsa Türkiye'ye yönelik Suriye ordusundan gelebilecek saldırıları önleyebiliriz, ilave hava savunma sistemleri de göndeririz."
Bu iş birliğinin sonu İdlib M4 karayolu kuzeyinde güvenli bölge ilanı demek. Bu Rusya ile de işbirliğinin kopması demek olabilir. Bunun böyle olacağını aslında tam bir yıl önce 16 Şubat 2019'da bu köşede yazdık. Bir yıl sonra işte o noktadayız. ABD planı devrede, senaryosu tıkır tıkır işliyor.
Libya'da Suriye'de bu tür bir tavır sergileyen Erdoğan yönetiminin değişik ülkelerde kimlikleri, en temel insan hakları ellerinden alınan, dağıtılan, ezilen Türklerin durumunu gündeme getirmekten uzak olduğunu görüyoruz. Örneğin Suriye'de şurası Türkmenlerindir, Türkmenler topraklarını kontrol altına alıncaya kadar mücadele edeceğiz denilmediğini görüyoruz.
İşte başkanlığını yaptığım 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 14 yıldır geleneksel hale gelmiş ve Enstitümüzün kurucusu Prof. Ümit Özdağ'ın babası stratejist Muzaffer Özdağ adına düzenlediği Türk Strateji Günü'nde bu yıl "Türk Yurtlarında Neler Oluyor?" başlıklı bir panel düzenliyor.
Yarın yani 08 Şubat'ta Ankara'da yapılacak panelde Kırım, Doğu Türkistan, Doğu Türkmenleri (Irak) ve Batı Türkmenleri (Suriye)'deki Türklerin durumu konuşulacak, tartışılacak.
Başkaları Atatürk, Türk, Türk Ulusu, Türk Milleti, Türk Bayrağı, Türk Ordusu demekten "kaçınsa" da bizler mazisi insanlık tarihiyle başlayan, tarih boyunca medeniyet nurları taşıyan dünyanın neresinde olursa olsun Türk Ulusunun varlığının, kimliğinin, haklarının takipçisi olmaya, korumaya ve gündemde tutmaya devam edeceğiz.