İdaresizliğin Sırıtan Yüzü
İçerden tenkit unuttuğumuz bir şeydir. Kendi kendimizi eleştirmeyiz. Dinlemeye-anlamaya çalışmayız. Bizde hemen her tenkit sözü duvara çarpmak üzere kodlanır. Hiçbir tesiri olmaz. Hayatımızdaki donukluk ve donma adım adım böyle geldi.
Partiler de betonlaştı. Küçük bir menfezden soluk alır gibi dar bir sıkışıklıkta yol almaya çalışıyorlar. Birileri buna "tiranlar bırakmıyor" da diyebilir. Benim diyeceğim, farklı görüşler olmazsa donarsınız. Ne kendinize, ne halkınıza faydanız olur. Canlılık kaybolur, hücreler yenilenmez, toplu ölümlerle ölüm çoğaltırsınız.
Farklı düşünmek büyük nimettir. Zıtlar kadar farklılıklar da hayatın devamı için şarttır. Farklı olana tahammül edemeyenler batırırlar. Bu kesindir. Siyasiler, fikir akımları(ideolojiler demeliydim), yerlerini ötekine karşı tutumlarıyla tayin ederler. Gördük, görüyor, yaşıyoruz.
Son seçim
Son seçimde iktidar cenahının yaptığı her şey millî birliği en hafifinden zedeleyecek şeylerdi. Dediklerinin doğru olup olmaması ahlâk meselesidir ve belki en zor halledeceğimiz temel bir ârızamızdır. Doğrular üzerinde konuşulmadığı ve halka korku ve endişe salındığı, ayrışma-kamplaşmanın keskinleştirildiği zehirli bir dönem geçirdiğimizi konuşmazsak belanın büyüğüne yol açmış olacağız. Belanın büyüğü çatışmadır ve varacağı yeri değil dile, akla getirmek olmaz.
Bunları partilerin de konuşmasını ve tartışmasını sağlamak zorundayız. Yoksa gidiş fenadır. Partilerin öz eleştirileri, seçimi kazanırken veya kaybederken “Neyi doğru yaptık, neyi yanlış yaptık?” sorusuyla sınırlıdır. Bu soruya cevap arayışta memleket faydası, yönetim becerileri ve düşüncesine bakılmıyor. Burada ne fikir vardır, ne de plana programa dönük ölçüler. Ahlâk zaten devre dışıdır. Yalan-dolan, iftira, ne geliyorsa yapmak serbest. Yeter ki rakibinizi alt edin. Son seçimin bizi acı acı düşündürecek tarafı budur.
Böyle gidemez
İçerden eleştirilerle bunların konuşulduğunu görmedik, görmüyoruz. Bu dehlizden çıkmaya mecburuz. Ekonomide duvara tosladık. Bazı şeyleri fark eder miyiz bilmiyorum. Yalvar yakar Mehmet Şimşek getirildi. O da gayet açık şekilde, “Türkiye’nin rasyonel politikalara dönmekten başka seçeneği kalmamıştır.” dedi. Bu söz dehşet bir yıkımın itirafıdır. Öyle anlaşılıyor ki duvara toslama görülmese “Faiz sebep..” diyerek batağa giden yolda devam edecektik. Buraya gelişimizin sebebi iktidardır deyip işin içinden çıkamayız. Türkiye’de bu yolun yol olmadığını bilen binlerle, belki milyonla insan vardı. Ak Parti içinde de mensupların çoğu bunun doğru olmadığını biliyordu. İçerden kimse itiraz etmedi. “O diyorsa doğrudur” diyen tapınıcılar oldu. “Aman beni kesmesin!” diyenler daha çoktu. Dışardakiler de o baskın güce ses yükseltmekte ve gelecek belayı duyurmakta yetersiz kaldılar.
Bakılacak çok yön var. Bu batağı son güne kadar savunan iktidar gücünün seçim kazanması dünya tarihinde bir ilk örnek olabilir. Seçildiği gün de sebep olduğu durumu, tam tersi bir politika uygulamak üzere bir kurtarıcının kucağına vermek istemesi de görülmemiş bir dönüş gibi görünüyor. Nereden baksan aklı zorlayan işler.
Öyle bir çark ediş ki…
Seçim sonu çark edişleri nasıl anlayacağımızı konuşacağız. Bu durumda, halkın nasıl ikna edildiğine bakmak lazım. “Halkımız, ‘Aya dört şeritli yol yapacağız’ desek bize inanır” diyenin dediğiyse yine bakmak lazım. Sorular düşünceyi zorlamakla kalmaz. Kandırmanın, kanmanın ve kandırılmanın derecesi dehşettir. Burada doğruluk, dürüstlük aranır mı? Memleket menfaati böyle mi güdülür? Öyle bir dikkat olsa, yıllarca bu yanlışta ısrar edilir miydi.. demez misiniz?
Denenler ayrı, olanlar ayrı yıkım getiriyor. Şaşmakla kalamayız. Trajikomik diyerek geçemeyiz. Çok yönlü analize ihtiyaç gösterecek bir durum karşısındayız. Bu kadar yaz-bozu, bu kadar sık yol ve eksen değiştirmeyi nasıl anlayacağımıza bakacağız.
Dönüşlerin neresindeyiz?
Yapılanlara bakılırsa kısa veya uzun bir dönemde buradan da dönülebilir. Mehmet Şimşek bu bakımdan da ateş üstünde oturduğunu bilecektir. Öyle görünüyor ki Tek Adam rejimine eklenen tedirgin bir kurtarıcı ortaktır. Bazı postlara o adam seçmektedir. “Mehmet Şimşek şuraya şu kişiyi getirecek” şeklinde haberler çıkıyor. Son yıllarda görülmeyen bir durumdur.
Memlekette, bakanların, bürokratların cevap vereceği işlerle ilgili en küçük detayları bile Erdoğan duyururken başka birinin adam seçmesine ve tayinine karar vermesine olmaz iş gözüyle bakanlar çıkmasına şaşılmaz. Şaşkınlık geçmeden olan oldu. Mahalli seçimlere kadar Şimşek’in politikalarına karışılmayacak deniyordu. Bu tür kanaatlerin yayılması muhtemelen güç merkezini rahatsız etti ve “Güç bende!” hamlesi çok erken geldi. Merkez Bankası’ndan alınan Kavcıoğlu, yalanlanmayan haberlere göre, Şimşek’e rağmen BDDK Başkanı oldu. Başlamadan bozduğumuzu düşünmeden bunu da yaptık.
Şimşek’in, ekonomide tek yetkili değilse de en yetkili gibi davranması sıkıntı yaratabilirdi. Daha başlamadan yarattığını gördük. Bunlar Tek Adam psikolojisini zorlayacak hususlardır.
“Hak hukuk adalet”
Cumhurbaşkanı’nın kişiliği dolayısıyla yetki paylaşımı imkânsızdır diyenleri duyuyorum. Dolayısıyla bu yeni durumun yürümesi zor gibi görünüyor. Yine de iyiye doğru bir başlangıç oluşunu söylemeye engel değildir. Devam ettirilirse bozulma bir ölçüde böyle düzelebilir. Kurallara, görev, yetki ve sorumluluklara dönüşün işareti halinde yerleşmesi önemlidir. Şimşek, bundan dolayı, topal ördek halinde işe başlasa da, doğruları yapma ihtimaline göre her kesimce desteklenecektir. Bu kredi kesin ve peşin değildir. Çok konuşulur ve serbestçe tartışılırsa olabildiğince normalleşme eğilimi güç kazanır.
Yalnız, her konuda hukuk hâkim hale gelmezse, fikir hürriyeti tanınmazsa çöküş devam eder. Adalet fikrine önem vermeye dair bir bakış değişikliği henüz görünmüyor. Seçimden hemen sonra bazı televizyonlara akıl almaz sebeplerle ceza verilmesi, seçilmiş bir vekilin anayasa hükmüne rağmen bırakılmaması ve daha birçok olay ve durum, değişimin tersine, hukuksuz uygulamaların, otoriterliğin devam edeceğini gösteriyor.
Partileri, particiliği bırakalım ve olanı olduğu gibi görelim. Seçim döneminde adaletsizliğin azdığını gördük. Sadece yalan yanlış sözler, iddialar halka kabul ettirilmekle kalmadı. Devlet imkânları parti emrindeydi. Medyanın yüzde doksanında söz hakkı yalnız bir görüş içindi. At atabildiğin kadar. Cevap hakkı zaten yoktu. Tama yakın bir karartma uygulandı. Doğru arasan zor bulunacak bir baskı ve baskınla seçim geçti. Güvensizlik ve kafa karışıklığı yaratmaktan öte bir bozguna yol açan durumlar yaşadık. Görsek de görmesek de böyledir. Daha görülmediyse gidiş tahmin edilenden de fenadır.
En âcil mesele kanun ve kurallara dönmektir. Yoksa dünyanın en iyi ekonomistleri de gelse ve ne yapsalar fayda etmez. “Hak hukuk adalet”, canı yananların sloganı halinde bırakılamaz. Hava kadar, su kadar hayâtî ihtiyacımızdır.