Hikmetinden sual olunsun
Daha önce de üniter yapıya karşı küresel modeli savunan TBMM Onur Ödüllü Prof. Kemal Karpat’tan “devlet içinde devlet”e övgü: Vatikan’ı barındıran İtalya laik değil mi?
TBMM Onur Ödülü için ilk adaylar açıklandığında seçim yapmak nispeten zordu.
Nobelli Orhan Pamuk’u mu ödüllendirirler?
Giderek yaygınlaşan “ölü sevicilik” virüsü sızar da Türkan Saylan’a vermeyi göze alabilirler(!) mi?
Ya da “Ergenekoncular”a nazire yaparak, terse yatırma operasyonu niyetine Fazıl Say’ı mı onurlandırırlar?
Sonra karar verme sürecini kolaylaştıracak, ödüllendirme işlemini “çetrefilli” bir hadise olmaktan çıkaracak “izah edilebilir” isimler açıklandı:
Prof. İlber Ortaylı, Prof. Eklemeddin İhsanoğlu, Prof. Kemal Karpat...
Tam isabet
Ben tahmin beyan ederken, “liyakat” bakımından “Kemal Karpat” ismini tek geçtim.
Nobel nasıl Pamuk’a geliyorum diye bağırdıysa, TBMM Onur Ödülü de Karpat’a geliyorum diye yeri göğü inletiyordu zaten.
(Ramazan davulcusu kararlığındaki medya mensupları sağolsun.)
Bu satırlarda hiç boşuna “ben demiştim” ukalalığı aramayın...
Çünkü ipucunu verdiğim gibi sadece, söylene değil söyletene bak ortamının doğal sonucuydu, ‘tam isabet’ olan tahminimiz.
Hatırlasanıza Taraf ile Milliyet’te nasıl aynı gün çarşaf çarşaf röportajları yayımlamıştı Karpat’ın.
O gün “Bu işte bir bit yeniği var” biçimindeki ‘şerh’ düşüşümüz, Yeniçağ adına gerçekten övünülesi bir refleks olabilir ama zaten biz bunu hep yapıyoruz!
“Neo Osmanlıcılar hizmette sınır tanımıyor” başlığıyla sunduğumuz analizde Karpat’ın ‘evlere servis’ edilen sözlerinin, CIA şefi Graham Fuller’in “Türkiye ulusal kimliğini gözden geçirmelidir” tavsiyesini hatırlattığına dikkat çekmiştik. Fuller malum hem Yeşil Kuşak, hem de ‘yeşil’i daha fıstıki tonlara döndürüp cazibesini arttırdığı “Ilımlı İslam” projelerinden sabıkalı...
İronik sonuç
‘Aslen’ Wisconsin Üniversitesi Tarih Profesörü olan “85 yaşındaki derya” nın referanslarının Tarih Vakfı ve Bilgi Üniversitesi olması bile başlı başına ölçü sayılabilirdi ama kolaycılığa kaçmayıp satır satır irdeleme yoluna başvurmuştuk.
Bunu yaparken Karpat’ın “Beni sakın bir Türk milliyetçisi olarak görmeyin. Ben tam bir Ermeni dostuyumdur. Keşke bizim Türkler de onlar kadar verimli, yaratıcı olsalardı” uyarısını dikkate aldık.
Sonuçta hem Neşe Düzel’e, hem de Devrim Sevimay’a anlattıklarının;
“Ey yeni nesil! Tarihiniz batılılardan öğrenin...
Bırakın Ermenileri de önce Cumhuriyeti kurmak için katledilen dedelerinizin hesabını sorun!..
‘Halk düşmanı cumhuriyetçiler’in kökünü kazımaya az kaldı.
Halifeniz de, sultanınız da yolda...
Kimliksiz olun...
Obama nasıl ABD’nin kızılderili kökenlerinin üzerini örtüp, dünyaya “zenci köle zihniyeti”ni dayattıysa, AKP de bu toprakların sahibi olan Türk kimliği yerine, “işbirliği, teslimiyet, taviz”e hazır kırma bir kimliğe doğru bir suni bir evrim inşa edebilir pekala...” mesajları çıkarmaya çok müsait olduğunu gördük.
Sonradan TBMM Onur Ödülü’nün, ‘mensuplarının korumaya yemin ettiği ulus-devlet’i hedef alan eleştiriler getiren ve kültür devleti modelini öneren Karpat’a verilmesi ironik bir sonuç doğurdu tabii.
Vatikan modeli
Velhasıl içinden geçtiğimiz dönüşüm sürecinin aynası olan adımları unutmamamız, yer yer ‘yaşanmış örnekler’i sizlere de hatırlatmamız için bir vesile lazımmış demek ki, Deniz Som’un Cumhuriyet’teki köşesinde aktardığı iki cümle far gibi gözümüzü aldı sabah sabah...
Bakın TBMM Onur Ödüllü Karpat incilerini nasıl da döküvermiş:
“Atatürk’ün hilafeti laik cumhuriyet için bir tehlike olarak görerek kaldırmış olması gereksiz ve yanlış bir karardır. Bakın İtalya’da Vatikan devleti ile Katolik âleminin lideri Papa, bir arada yasal statü içinde varlıklarını sürdürmekteler. İtalya’nın laik olmadığı söylenebilir mi?”
Karpat’ın “Devlet içinde devlet” fikrini, hiç de yadırgamayacak olan iktidarın kafasına nakış nakış işlemesiyle ilgili “Unutmamak gerekir ki, bütün bunlar Türkiye’nin tarihini kendi kafalarına göre yeniden yazmak için yapılmakta olan çalışmalardır!” diyor Deniz Som.
Haksız mı?
++++++
Psikolojik savaşın kefareti
Yasemin Çongar yazıişleri toplantısında, kendisine hakim olamayıp gözyaşlarına boğulmuş.
Onu böylesine duygulandıran / veya sinirlerinin boşalmasına neden olan olay, Natalya Estemirova adlı gazetecinin öldürülmesi. Duygu patlamasının asıl “tetikleyici” si de “Çok saygı duyduğu bir Amerikalı gazeteci David Remnick”in sözleri olmuş.
2006’da Moskova’da öldürülen Anna Politkovskaya’yı da hatırlatan Çongar iki kadın gazetecinin ‘karanlıkları aydınlatmak uğruna kefaret ödediğini’ yazdıktan sonra, kendisini de bu tip bir “kahramanlığın” Türkiye şubesi ilan ediyor: “Estemirova’yı konuşuyorduk, evet.. ama bir yandan da, Çeçenistan’daki değil, Türkiye’deki beyaz arabaların hikâyesini okuyor; oraların değil buraların kirli savaşından sahneleri izliyorduk. Kirden ve kandan arınmamızın yolu, bu karanlık savaşın günahlarının kefaretini ödemekten geçiyor...”
İyi de ya Çongar’ın ve ortağı Altan’ın sebep olduklarının kefaretini kim ödeyecek? ‘Ucu açık’ soruşturma ortamından faydalanıp, “tepki tetiklemek” için yayımladıkları sızma bilgi ve belgelerle hedef gösterilen kişi ve kurumların başına gelenler de, birinin kefaret ödemesini gerektirecek kadar ağır değil mi?
Kendisine ABD’de, Rusya’da, Çeçenistan’da ruh ikizleri arayan Çongar bir gün olsun Türkiye’de “karanlıkları aydınlatmak için susturulan(!)” gazetecilerle empati kurmayı denedi mi acaba?
Aralarında fikirlerini paylaştığım var, taban tabana zıt görüşte olduğum var ama nihayetinde hepsi -eldeki bilgiler ışığında-, her gazetecinin yapabileceği türden görüşmeler, tutabileceği türden notlar, bulunabileceği türden ortamlar dolayısıyla zan altında; Vedat Yenerer, İlhan Selçuk, Mustafa Balbay, Güler Kömürcü, Tuncay Özkan, Erol Manisalı... Upuzun bir liste...
ABD’li çok saygı duyduğu gazetecinin iki çift sözüyle kendini kaybeden Çongar, kendi ülkesindeki meslektaşlarının başına gelenler için nasıl oldu da “Bir daha, bir daha... Bir de yetmez üç tane, üç de yetmez beş tane...” manşetleri atabildi?
++++++
Hele bir kafa kafaya vermeye görsünler
POLİTİKALARI esas itibariyle ikiye ayrılıyor:
Duş politika...
H-iç politika...
Cumhurbaşkanı ile Başbakan kafa kafaya verdiklerinde özellikle duş politikada (buna tuş politika da diyebilirsiniz) hakikaten çok başarılılar.
Diyelim ki “Ermenistan ile iyi ilişkiler” diye Ermenistan’a koşarken, Azerbaycan küsünce, bu kez Azerbaycan’a koşuyorlar...
Ardından Ermenistan alındığı için, koşacak yer de kalmadığından “Ermenistan ile iyi ilişkiler” kalıyor...
Duş politika böyle...
* * *
Gelelim h-iç politikaya.
Diyelim ki Kürt meselesinde Cumhurbaşkanı “Tarihi fırsat kaçıyor” dedikten dört ay sonra bile kaçan “tarihi fırsatın” ne olduğunu bilen var mı?..
Bilmediğimiz şeyin kaçıp kaçmadığını da bilmiyoruz...
Kaçtı mı?..
Kaçmadı mı?..
Kaçtıysa, neydi o kaçan?..
* * *
Ne yaptığı belli olmayan bu denli anlaşılmaz bir iktidar hiç görmemiştim...
Gerek h-iç politikada...
Gerekse duş politikada...
“AB’ye girdik” diye Kızılay’da maytap patlatmaları ile Başbakan’ın “Bizi almayacaksanız açıkça söyleyin” demesi arasında tam dört yıl var...
Keza Kıbrıs:
Akıl ettikleri “Yes be anam” oylamasının sonundadır; Rumların AB’ye girmesi, Türk kesiminin ambargo altında sürünmesi...
Kuzey Irak:
PKK ile af, silah bırakma, dağdan inme pazarlıkları ise “PKK, Kuzey Irak’tan silinmiştir” açıklamalarından sonraya denk gelir...
Gazze’de Filistinliler...
Irak’ta Türkmenler...
Dağlık Karabağ Türkleri...
Çin’deki Uygurlar...
Tümünün sefil-perişan sürünmesi ise, bu arkadaşların onlara sahip çıkmaya kalkmaları ile başlar.
Ben hiç böyle iktidar görmedim...
İkiye ayrılıyor politikaları:
Duş politika...
H-iç politika...
* Bekir Coşkun / Hürriyet
++++++
Kriz halk için
Cumhurbaşkanı, gerçek bir halk çocuğu... Benim gibi ve çoğumuz gibi yoksul aileden geliyor. Kayserili bir tornacının oğludur. Cumhurbaşkanı oldu, Köşkü, milyarlar akıtılıp, yenilenmeye alındı.
2008 yılında Cumhurbaşkanlığı Köşk’ündeki onarımlar için 3 milyon YTL, iş görmez durumdaki makine-teçhizatın tamiri ve otomasyon ile güvenlik sistemi için 2 milyon 175 bin YTL harcandı. 2009 yılında da Cumhurbaşkanlığı bütçesi 55 milyon YTL’den 69 milyon YTL’ye çıkartıldı ve buradan ayrılan 22.5 milyon YTL yatırım ödeneğinden de Pembe Köşk için tadilat, bakım, onarım payları ayrıldı, harcandı.
Fakat! Kara bahtım! Kem talihim! Uzmanlar, “Pembe Köşk konut olarak kullanılamaz” dediler. Ancak tarihi değeri korunur. Yeni Cumuhurbaşkanı, bu kadar harcamaya rağmen Pembe Köşk’e taşınamadığı için yeni Dışişleri Bakanı Davutoğlu, evsiz kaldı.
Ankara’da bir villa buldular.
Ayda 20 bin dolar kira. Yılda 240 bin dolar. Davutoğlu’nu villaya koydular. Cumhurbaşkanlığı bütçesinden yılda 240 bin dolar kira Kayserili ev sahibine verilecek, Davutoğlu villada oturacak.
Memlekette de kriz var! Boş ver. Kriz halk için. Başbakan’ın da iki uçağı vardı, üçüncü uçağını aldırdı. 5 villa birden kapattı, kendisi de İstanbul’a gelince villada kalıyor, kriz halkı derinden vuruyor.
* Necati Doğru / Cumhuriyet
++++++
GÜNÜN SORUSU
TRT 1’de çarşamba gece yarısı yayımlanan programda Atatürk’ün ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ sözünün geçersizliğinin anlatıldığını biliyor musunuz?
* Mümtaz Atlas
++++++
GECİKMİŞ İTİRAF
Günah çıkardı
Ne demişti haberi ilk veren gazete?
Albay Çiçek’in imzası bulunan “AKP’yi ve Fethullah Gülen’i bitirme planı” Nisan 2009’da hazırlandı.
Haber hepimizi derinden etkilemişti. Ben de oturup askeri yerden yere vuran bir yazı yazmıştım. Genelkurmay Başkanı Başbuğ, “Bu belgenin üzerinde tarih yok” deyiverdi. Hoppala, hepimiz gazetenin ilk günkü haberinin peşine takılıp, 2009 Nisan tarihini papağan gibi tekrarlamamış mıydık?
Ne gazeteciyiz ama değil mi. Birimizin aklına bile tarih var mı yok mu diye bakmak gelmemiş. Bir kısmımız ise işine gelmediği için görmemiş. Belli ki bir kısmımız da belki başka melun bir planın icracısı olduğu için, bu tarihi uydurmuş. Ama hiçbirimizin mazereti veya bahanesi gerçeği ortadan kaldıramıyor.
Malum belgenin üzerinde tarih yok. Şimdi şunu sormaya hakkımız yok mu? “Kardeşim nereden çıktı o Nisan 2009 tarihi?”
* Ertuğrul Özkök / Hürriyet
++++++
MİNİ YORUM
Konuşma hakkı
Yargı-iktidar ilişkisinde gelinen noktaya dair düşüncemi dün paylaşmıştım. Bugün söz sizde. Nihal Tabak, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’i eleştiren Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’e soruyor: Demokratik ülkelerde valiler konuşur mu, yoksa devlet adına işlerini mi yaparlar? Bolu valisi esip gürleyince mevkidaşınız Arınç kutlamıştı, o dünde mi kaldı? Yoksa demokratik!! ülkelerde konuşma hakkı sadece iktidar yanlılarına mı ait?