Herkes aklını başına devşirsin!
Enflasyon, faiz, fiili devalüasyon, işsizlik, üretimsizlik dengeleri alt üst edecek bir noktaya evrilmiştir.
Vatandaşın alım gücünün ciddi biçimde düştüğü, dar ve sabit gelirliler için zamların zulüm halini aldığı bir süreç yaşanıyor.
Bu seçimler kiralık, satılık ilanlarının zirveye vurduğu, konkordato, icra, iflas ve haciz dosyalarının gündemi kapattığı bir zamanda yapılacaktır.
Ekonomik yönden vatandaşların sıkıntı çektiği bir süreçte siyasetin yerel yönetimlerde seçilmiş olanlara karşı tavrı da önümüzdeki seçimleri etkileyecek potansiyeli bünyesinde taşımaktadır.
Sonuçta vatandaş seçmekte, Ankara, İstanbul, Balıkesir, Bursa gibi Türkiye'nin en büyük illerinin de içinde bulunduğu onlarca belediye başkanı istendiği anda birileri tarafından görevden alınabilmektedir.
İstenildiği anda vatandaşın seçtiği ve seçeceği belediye başkanlarının görevden alınabildiği bu şartlarda Türkiye seçime gidiyor.
Sonuçta yolsuzluk dosyalarının, rüşvetlerin, haksız kazançların sorgulanamadığı şartlar vardır.
Yine bu seçimler FETÖ ile başlayan ve bir başka biçimde aynen devam eden hukuksuzluk, adaletsizlik va haksızlıkların gölgesi altında yapılacaktır.
Bütün bu gelişmelerin seçim sonuçlarını etkilemesi düşünülemez!
Dikkatleri üst yapı unsurlarına çekmek!
Saman, soğan, ot, et, patates ithal eden bir iktidar için tartışmayı üretim, istihdam, asgari ücret, verimlilik, etkinlik üzerinden yapmak çok zordur.
Bu durumda siyasetin konusunu ekonomi üzerinden din ve kutsal simgeler üzerine çekmek çok daha kolaydır.
Bunun için daha çok CEHAPE, Tek Parti Dönemi, İsmet İnönü siyasetin öznesi haline getirilmesi gerekir.
Şartları halkın yararına işletemediğiniz zaman halkın dikkatini -kendisinin iktidarda olmadığı- geçmiş dönemin şartlarına çekmek iktidar partisi için doğru bir stratejidir.
Bugün iktidarda olupda yetmiş yıl öncesinin şartlarıyla siyaset yapmak Türkiye'ye daha doğrusu AKP'ye özgüdür.
Mevcut şartlarda ekonomi, demokrasi, idari ve adli konularda halkın karşılaştığı sıkıntılardan dikkatleri dini ve kutsal simgelere çekerek kapatmaya çalışması iktidarın kendisi için çok elverişli olabilir.
Ancak Atatürk, Andımız ve Ezan üzerinden yapılan tartışmaların amacının çok daha büyük olduğunu görmek gerekir.
Atatürk ve Akif karşıtını ziyaret etmek!
Kutuplaştırmanın siyasetin öznesini meydana getirmesi son zamanlarda daha fazla görünür hale geldi. Toplulukların ayrışması, karşıtlıkların keskinleştirilmesi, farklılıkların hissettirilerek kaşınması siyaset ötesi toplumsal sonuçları olacak bir haldir.
Atatürk'e ve heykellerine yönelik saldırıların toplumsal fay hatlarını tetikleyecek, toplumsal kesimleri karşı karşıya getirecek potansiyeli vardır. Bunun karşılığı Türkiye'yi siyasi ve sosyal kaosa sürüklemektir.
Bu bağlamda Diyanet İşleti Başkanı'nın tavrı irdelenmeye muhtaçtır. "Keşke Yunan galip gelseydi", "10 Kasım'da 9'u 5 geçe kenefe gidin", Mehmet Akif'e, "serserinin teki" diyen birisini bu ülkenin Diyanet İşleri Başkanı cübbesiyle hem de 10 Kasım'a saatler kala ziyaret edip bunu bir de sosyal medyada yayınlıyorsa ortada ciddi bir durum var demektir.
Diyanet İşleri Başkanının bu ziyaretinin insani, raslantısıl ve spontan olmadığı açıktır. Amacı ne olursa olsun bu ziyaret Atatürk gibi milli bir kahraman üzerinden toplumun kutuplaşmasına katkı sağlamıştır.
Herkesin Diyanet İşleri Başkanı bu ziyaretiyle kendisini yalnız bir kesimin Diyanet İşleri Başkanı noktasına indirgemiş olmaktadır.
Halbuki bu tür toplumsal refleksleri harekete geçirecek davranışlardan herkesten daha çok Diyanet İşleri Başkanının kaçınması gerekirdi.
O makam sağduyunun, barışın, birliğin, kardeşliğin nihayet Müslümanlarındır. Ayrıştırmanın, ötekileştirmenin, kutuplaştırmanın yeri Diyanet İşleri Başkanlığı değildir.
Andımız tartışmalarının abartılıp köpürtülmesinin, "Türküm" demeye olmayacak anlamlar yüklenmenin altında bu ayrıştırıcı tutumlar vardır.
CIA, FETÖ, PKK ile bilumum Türk, Atatürk ve Türkiye düşmanlarının 15 Temmuz'da yapamadığını birileri toplumsal refleksleri kaşıyarak yapmaya çalışmaktadır.
Herkes aklını başına devşirsin!