'Hayır' oyları neden artıyor?
16 Nisan'da yapılacak başkanlık referandumu için geri sayım sürerken, ilginç gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Almanya temelinde başlayan, Batı karşıtlığı üzerine kurgulanmaya çalışılan politik hamleler, siyasi parti propagandasına dönüşmeye başladı.
Almanya'nın Türkleri sevmediği hepimizin bildiği bir gerçek... Nazi Almanyası döneminde bine yakın Türk'ün soykırıma uğradığı biliniyor.
Konuyla ilgili olarak 21 Haziran 2005 tarihinde CHP Milletvekili Fahrettin Üstün, dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e "İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi kamplarında kaç Türk vatandaşı alıkonulmuştur. Nazi kamplarında esir alınan Türklerin kaçı öldürülmüştür" sorularını içeren yazılı soru önergesi vermişti.
Abdullah Gül önergeyi "Berlin Özgür Üniversitesi öğretim görevlilerinden Prof. Wolfgang Wippermann ve Prof. Gerhard Baader'e sunulan ve Mirjam Schmidt tarafından hazırlanan, 'Die Turkei und der Holocaust' isimli tezin 128. sayfasında, Almanya sınırları dahilinde Nazilerce katledilen Türk asıllıların sayısının 1000 civarında olduğu belirtilmektedir" şeklinde cevaplamıştı.
1980'den bu yana PKK'lıların Almanya'da büroları, dernekleri, teşkilatlanmaları bulunuyor. Teröristlerin bir tanesi bile iade edilmiyor!
Kısacası Almanya'nın Türkleri sevmeyen ama kullanan bir ülke olduğu gerçek. Dolayısıyla yaşananları bu açıdan değerlendirmek en doğru yöntem olacaktır. Eğer kriz çıkartılmak isteniyorsa, Almanya'dan "Konuşmaya uygun salon bulunamamıştır" cevabına gelene kadar çok daha büyük sorunların olduğu unutulmamalı.
Almanya, geçtiğimiz yıl sözde Ermeni soykırımını tanıyıp, Türkiye'yi uluslararası alanda zor durumda bırakmak istediğinde bile bu kadar tepki gösterilmemişti.
İşin enteresan kısmı ise; Almanya'ya demokrasi dersi verip, bu söylemler üzerinden milleti "evet" cephesinde birleştirmek isteyenler, milliyetçilerle neden uğraşırlar?
MHP Genel Başkan adaylarının, milletvekillerinin, Ülkü Ocakları Genel Başkanlarının programları engelleniyor, salonları kapatılıyor, haberleri sansürleniyor... Tehditler, saldırılar da cabası...
Tüm bu yaşananlarla ilgili tek bir hukuki süreç işletilmediği gibi, saldırılar karşısında gerekli güvenlik önlemleri de alınmıyor.
AKP'nin yapmış olduğu etkinliklerde ise; valiler, emniyet müdürleri, YSK'nın il temsilcileri seferber oluyor.
Kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı, bürokrasi ve siyasetin yetki alanlarının birbirine karıştığı, devletten önce şahısların hukuklarının korunduğu tam bir geri kalmış demokrasi manzarası...
Türkiye böyle bir manzarada seçimlere götürülürken, "evet" diyen vatandaşlar da "hayır" demeyi düşünen eşine, dostuna yapılan hakaretler sonrasında cephe değiştiriyor. Kararsız seçmenler "hayır"a yöneliyor. Çünkü herkesi yaftalayan, ötekileştiren bir sistem ancak kendini imha eder.
Korku ikliminin yerelden genele sirayet etmesi, toplumu belirsizliklere, korkulara sürükler.
Böyle karanlık bir tablonun oluşması; endişeyi tetikliyor. Rejim değişikliğinin konuşulduğu, ilk 4 maddenin hedef alındığı, ihanet paçavralarının göndere çekildiği bir ortamda vatandaşların korkusunu anlamak gerekiyor.
"Evet" oylarını artırmak için toplumu, milleti; kutuplaştırdıkça kutuplaştıran, yaftaladıkça yaftalayanlar toplumsal travmaya neden olduklarının hâlâ farkında değiller.
İşte "hayır" cephesinin kendiliğinden büyüme nedeni budur.
Seçmenler son derece bilinçli. Kahvedeki vatandaş bile "FETÖ'yü sistemin en kilit noktalarına yerleştirenlerin ifade bile vermediği bir ortamda hukuk nasıl işleyecek" diye soruyor.
15 Temmuz'un maddi-manevi tahribatını üzerinden atamayan insanlar; dayatılan ve hayatlarını kökünden değiştirecek bir sistem karşısında mevcudu muhafaza etme refleksi gösteriyor.