Hain subaylar ve Atatürk ayarları!

26'ncı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un, Yargıtay'daki Ergenekon Davası duruşmasında, "Şehit haberlerini takip bile edemiyoruz. Güneydoğu'daki bazı yerleşim yerlerine ilişkin medyaya yansıyan görüntüler vahim ve endişe verici. Türk ve Rus uçakları burun buruna geliyor. Türkiye bu haldeyken ben kendime şu soruyu sordum: Bugün ben neden Yargıtay'dayım, bizler enerjimizi yanlış yerlerde mi harcıyoruz, burada ne yapacağım, ne konuşacağım?" dediği saatlerde, Rusya Genelkurmay Başkan Yardımcısı Nikolay Bogdanovskiy başkanlığında bir askeri heyet, İsrail Genelkurmay Başkanlığı'nda, muhataplarıyla "Suriye'deki Rus askeri varlığı ve iki ülke güçleri arasında çıkabilecek şiddet olaylarının önlenmesi" gibi konuları görüşüyordu!

Yani hiçbir olay, işin iç yüzü araştırılmadan anlaşılamaz! Ergenekon Davası da öyledir, Rus uçakları Türkiye sınırını ihlâl ederken Rus Genelkurmayının İsrail Genelkurmayı ile görüşmekte olması da...

***

Başbuğ, Türk ordusunun Ergenekon, Balyoz ve Casusluk davalarıyla hedef alan üç gücü şöyle açıkladı: ABD, cemaat ve AKP iktidarı!

ABD'nin Türkiye Büyükelçisinin 15 Kasım 2002'de ülkesine gönderdiği mesajda, "Türkiye'de ordu, bürokrasi ve yargıda bir derin devlet var. Derin devletin merkezinde de ordu bulunmakta. Derin devlet yani ordu, ABD'nin desteklediği reformun önündeki en büyük engeldir" denildiğini anlatan Başbuğ, "Buradan şu sonucu çıkarabiliriz, Bush yönetimi TSK'ya yapılanlara, yapılacaklara sıcak bakmıştır. Cemaatin ise işlenen hukuk cinayetlerinin faili olduğu anlaşılmaktadır. Bu cinayeti yargı ve emniyet içine yerleştirdikleri kadroları vasıtasıyla işlemiştir. Siyasi iktidar ise 'Ne istediler de vermedik' ve 'aldatıldık' ifadeleri ile bu süreçte Cemaate gerekli desteği verdiklerini, zaten kendi sözleriyle açıkça belirtmiştir" dedi.

Peki bu üç gücün, orduyu hedef almasının sebebi neydi? Başbuğ bu soruyu, "Ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet yapısından rahatsız olanlar, 1 Mart tezkeresinin bedelini TSK'ya ödetmek isteyenler, PKK sorununa siyasi çözüm arayanlar için engel TSK idi. O halde TSK, halkının gözünde itibarsızlaştırılmalı ve sesi kesilmeliydi, karşıt kadrolar tasfiye edilmeliydi" diye cevaplandırdı.

Kısacası, ABD, cemaat ve AKP, "siyasi çözüm" ararken Türkiye'nin rejimini değiştirmek istedi. Buna karşı direnen TSK'ya, bu üç gücün ortak marifetiyle operasyon üzerine operasyon düzenlendi. Başbuğ, PKK terör örgütünün karşı çıktığı ilk şeyin de ulus devlet yapısı olduğunu hatırlattı.

***

Tekrar soralım öyleyse: Türkiye'de ulus devletin çözülmesini kim istiyor? ABD, AKP, Cemaat ve PKK/HDP değil mi?

Peki, bu durumda, Türkiye'yi korumak isteyenler ne yapmalıdır?

Başbuğ, "Sorumluluğumuz, bu komploların planlayıcı ve icracılarının yargılanmalarını sağlamaktır. Bu olmadan bu süreç bitmez" diyor ama bunu görevdeyken yapması veya ordunun tuzağa düşmesini önlemesi gerekirdi. Bugün yargı, AKP iktidarı içindeki suçluları yargılayabilir durumda mıdır? Değilse bunu kim yapacak; adaleti kim sağlayacak?

Bu sorun çözülemezse, Başbuğ'un söylediği gibi Beşiktaş adliyesinde ifade veren askerler, kendilerini kendi topraklarında, yani Türk topraklarında yabancı bir ordunun askeri gibi hissetmeye devam eder.

Üstelik Başbuğ "İçimizdeki hain subaylar olmasaydı bu komploların bu kadar başarılı olması mümkün değildi. İçimizde hâlâ hainler var" diyor.

Yani sorun, siyasi iktidarın 1 Kasım'da gitmesiyle de bitecek değildir. Türkiye'nin bütün kurumlarını, öncelikle yargıyı, orduyu, istihbaratı, polisi, Atatürk ayarlarına döndürecek siyasi bir güç lazım. Bu güç, bu azim muhalefette yoksa nasıl oluşturulmalıdır; artık buna bakmak lâzım!

Yazarın Diğer Yazıları