H. Alperen Burak isimli okuyucumun mektubu şöyle: "Kerkük düşmeden"
“Diliyle, kültürüyle yani özüyle asırlardır Türk olan ve Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan Kerkük, herkesin kardeşçe yaşadığı bir Türkmen şehriyken; çatışma merkezi, güvensiz ve yarını belli olmayan bir kaos şehri haline gelmiştir.
Türkmen şehri diyoruz, çünkü 1960 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre Kerkük’ün %95’i Türkmen’dir. Bu 1990’larda Saddam Hüseyin’in Arapları bölgeye yerleştirmesiyle %75’e gerilemiştir.
ABD’nin Irak’ı işgal süreci; boşluğu iyi kullanan ve kendini ABD’ye kullandıran peşmergelerin, yaptıkları hizmetin karşılığı (BOP gereği. SS) olarak Irak’ın kuzeyini ele geçirmeleriyle sonuçlandı. Kuzeyde “Bölgesel bir Yönetim” kuran Barzani güçleri; Selahattin, Musul, Erbil, Diyala gibi şehirleri kendine bağladı. Peşmergelerle sağlanan bu yönetme gücü, bölgenin nüfus yapısını da ciddi olarak değiştirmek suretiyle, siyasi ve sosyal alanda da kontrolü ele geçirdi.
Saddam’ın Araplaştırma siyasetinden sonra Kerkük, bu defa da Kürtleştirme çalışmalarına tabi tutuldu. ABD’nin hazırladığı Geçici İdari Yasanın 58. Maddesi “Baas Rejimiyle Kerkük’ten çıkarılanların geri dönebilmesi ve taşınmaz mallarının iadesi” hakkını verdiği için; bunu bir fırsat bilen Kürt gruplar, başta Erbil ve Süleymaniye olmak üzere çevre vilayetlerden 350-500 bin Kürt’ü Kerkük’e göç ettirdi. İşgal öncesi 600 bin civarında olan Kerkük nüfusu bu gün 1milyonu aşmıştır. %75 civarındaki Türkmen nüfus ise %25’e kadar gerilemiştir.
Geçici İdari Yasanın 53.maddesi ise Kerkük’ün özel bir statü ile yönetilmesini ve hiçbir yere bağlanamayacağı hükmünü taşımaktadır. Yeni Irak anayasasında da yer bulan bu özel statü için demografik yapıyı ve siyasi ortamı değiştiren Kürt gruplar, ilk fırsatta dünya kamuoyuna Kerkük’ün Kürt bölgesi olduğunu ve kendilerince yönetileceğini ilan edeceklerdir. Bunun resmi rakamlarla ilan edileceği ilk fırsat, nüfus sayımı ve ardından yapılacak referandumdur. Referandum sonrası Kerkük’ün Kürt bölgesi olmasının karşısında hiçbir güç duramayacaktır.
Çünkü Şiiler ve Araplar da kendilerinin çoğunlukta oldukları bölgelerde federe bir yapı talebinde bulunduklarından bu yapıyı kabul ettirebilme adına Kerkük’ün Kürt bölgesi olarak ilanına karşı çıkmayacaklardır.
Türkiye; BM ve ABD’ye Kerkük konusundaki kaygılarını her fırsatta dile getirse de, Türkmenler adına kazanım elde edememiştir. Gerek BM gerekse dünya kamuoyu nezdinde Türkiye, Kerkük’ün Kürt bölgesi olarak ilan edilmesinin doğuracağı sıkıntıları anlatmaya devam etmeli ve Türkmenlerin haklı sesinin daha gür çıkması için lobi desteği sağlamalıdır. Kerkük’te Türkmenler tek yumruk olmalı, Türkiye başta olmak üzere Türk Dünyasıyla el ele vererek, dili, kültürü ve tarihi Türkmen olan Kerkük’ün peşmerge şehri olmasına engel olmalıdır. Bu gerek Türk devletinin güvenliği, gerekse Türkmen varlığının korunması için olmazsa olmazdır. Bu başlı başına bir insanlık davasıdır. İnsan hakları dernekleri ve uluslararası insani kuruluşların Kerkük için sessiz kalmaları düşündürücüdür.
Aklı ve vicdanı olan herkesin Türkmen şehri Kerkük konusunda ses çıkartması ve bir oldu bittiye müsaade etmemesi gerekiyor. Zaman Türkmenlerin aleyhine hızla akmaktadır. Kerkük düşmeden, dünya kamuoyunu ve uluslar arası kuruluşları harekete geçirmek gerekmektedir.
Tanrı, Türkü Korusun ve Yüceltsin!”
Okuyucumuz “Kerkük’ün Düşme” noktasına gelişinin resmini böyle çiziyor. Tabii mesele daha derinlerde ve karışık. Mesela yetkililer neden, “Türkmen Şehri Kerkük” resmi söylemini terk edip, “Irak’ın bir kesiti olan, her etnik ve dini grubun yaşadığı Kerkük” ve “Her etnik ve dini gruba aynı mesafedeyiz” ifadesini benimsediler? Neden Türkmenlerin Barzani yönetiminin azınlığı yapılmasına ses çıkarmadılar? Bu siyasetin rengi ve anlamı açık değil mi? Türkiye’nin bütünlüğü ve güvenliğinin Kerkük’ten geçtiği bilindiği halde...
Ama halen çaremiz vardır. Tam bir kararlılıkla ABD ve Banzani’ye; Kerkük’ün hiçbir yere bağlanmadan, özel bir statü ile yönetilmesi, bozulan demografik yapısının düzeltilmesi, bölgedeki PKK varlığına son verilmesi ve iç işlerimize karışılmaması sağlanmazsa, ilişkilerimiz devam edemez. ABD’ye yardımcı olamayız, kukla yönetimin üzerimizden dünya ile bütünleşmesine müsaade edemeyiz.