Güneş balçıkla sıvanmaz (21 Ocak 2014)
Küreselleşmenin hızlandığı yıllarda, spekülatif sermaye Türkiye gibi ülkeleri yükselen ülkeler olarak ilan etti. Aslında sermaye kendi kazancının yükselmesini kriter olarak alıyordu. Başka bir ifade ile en çok sömürdükleri ülkeleri kastediyordu.
Bu noktada parantez içinde söylemek gerekiyor ki, sıfırdan yatırım yapan, üretime ve istihdama katkı yapan sermaye kutsaldı. Spekülatif sermaye ise dünyada ve önlem almayan ülkelerde kırılganlık yaratır. Siyasi düzenin ve hatta ahlaki düzenin bozulmasına yol açar.
Türkiye’de başta Hükümet üyeleri, liberal düşünenler, ulusal ekonomik anlayışın karşısında olanlar, bu “yükselen ekonomiler” unvanıyla övünüyorlardı. Aynı sermaye temsilcileri (Morgan Stanley analisti James Lord) FED’in sermaye hareketlerine sınır getirecek kararından sonra, bu karardan en fazla etkilenecek beş ülkeyi (Brezilya, Endonezya, Hindistan, Türkiye ve Güney Afrika) “Kırılgan Beşli” olarak ilan etti. Kırılganlık kriteri olarak cari açık ve enflasyon gösterildi. Cari açığın da en yüksek olduğu ülke, Türkiye olarak ilan edildi.
Hükümet bu çıkışları destekler gibi hiçbir adım atmadı üstüne üstlük siyasette kavga çıkardı.
Dahası da var... JP Morgan Asset Management, gelişmekte olan piyasalarda savunma moduna geçtiklerini, uzun vadeli tahvil pozisyonlarını azaltmakta olduklarını ve aralarında Güney Afrika, Brezilya, Türkiye’nin olduğu yüksek riskli ülkelerden uzak durduklarını bildirdi.
Financial Times (FT) gazetesinin, finans uzmanlarına ve raporlara dayanarak verdiği analizde, Türkiye, Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika’dan oluşan “Kırılgan Beşli” ye Şili, Macaristan ve Polonya’nın da eklendiğini, böylelikle “Kırılgan Sekizli” yi oluşturdukları kaydedildi.
Merkez Bankası hedef enflasyonu tutturamadığı için, yasa gereği Hükümete mektup ve kamuoyuna rapor yayınladı. Bir bakıma MB başarısızlığını tescil etti.
ABD Merkez Bankası FED’in tahvil alımını kısarak piyasaya sürülen dolar miktarını azaltma kararından sonra geçen 8 ayda dolar kuru, yüzde 24, Euro kuru ise yüzde 28 oranında arttı. 2003 yılından 2012 yılı sonuna kadar, Hükümet ve Merkez Bankası, sıcak parayı da kullanarak düşük kur, değerli TL politikası uyguladı. Bunun nedeni enflasyonu önlemek ve spekülatif sermaye girişini sağlamaktı.
Bugün kurlardaki artış, zorunlu bir düzeltmedir. Ne var ki yıllarca baskı altında tutulduktan sonra, tüm dengeler de düşük kur üstüne oluştu. Üretim, dış borç, reel sektör ve finans sektörü arasındaki denge, hep bu düşük kur hesabına göre oluştu. Şimdi kur artışı ile reel kur dengesi sağlanıyor ve fakat aynı artış yeni bir denge oluşuncaya kadar ekonomide depreme de neden oluyor. Olmaya da devam edecektir.
Hükümet ve ekonomi yönetimi, Dünyada Türkiye’ye karşı oluşan yeni algılamayı ve içeride ekonomideki depremi doğru hesaplamak ve gerekli önlemleri almak zorundadır. Artık cin şişeden çıktığı için, bu saatten sonra beklentileri yönetmek, halka moral vermek işe yaramaz.
Bu anlamda Başbakan yardımcısının bu tablo karşısında “Ekonomi üzerinde kalıcı hasar oluşmasına izin vermeyiz” sözü, ateşin üstüne benzinle gitmek gibi bir etki yaptı. Çünkü böyle bir ifade gerçeklerle bağdaşmıyor.
Kaldı ki krize giren tünele çoktan girdik.. Bazen kriz, oluşan negatif enerjinin boşaltılmasını sağlar. Yanlış ve verimsiz firmalar iflas yoluyla elenir. Daha yeni ve verimli firmalar devreye girer.
Dahası krizler kalıcı olmaz. Krizlerden sonra ekonomi zaten kendini yeniliyor. İç dinamikler kalıcı bir hasar oluşmasına imkan vermiyor.