Göstermelik yaptırımlarla milleti oyalamak!
BDP hariç, başta hükümet olmak üzere herkes Fransa Meclisi’nin aldığı “Ermeni soykırımı yoktur diyene ceza” kararını kınıyor. Kınama, halk dilinde kına yakma ile birlikte kullanılır ve hiçbir işe yaramaz..
1990’dan itibaren Avrupa Birliği’nin Kıbrıs, Ege, Ermeni iddiaları, Patrikhane, Heybeliada Ruhban Okulları ve IMF programları konusunda aldığı kararlar var. Bütün kararlarda, Türkiye Kıbrıs’ta işgalci olarak gösterildi. Ege’de Yunanistan’ın hak iddia ettiği adacıklar ve karasuları, Avrupa Birliği’nin sınırları olarak ilan edildi. Türkiye, Ermenilere katliam yaptığını kabul etmeye zorlandı. Patrik, ekümenik olarak tanındı. “Heybeliada ruhban okulunu açın” dediler..
Türkiye, AKP iktidarı boyunca bu birliğe girmek için uğraştı. Gerçi, bu politikayı kapalı kapılar arkasında “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınmak” olarak savunuyorlardı, yani Avrupa Birliği onlar için gerçek bir hedef değildi ama halkı bu ümitlerle oyaladılar. Bu arada bütün milli meselelerde taviz üzerine taviz verdiler ve şer merkezi saydıkları bütün kurumları ele geçirdiler. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu yönetimine, Atatürk’ün kuruluş felsefesinden rahatsız bir insanı getirecek kadar ileri gittiler.
Yine Dersim operasyonunun bir katliam olduğunu ilan ettiler ve doğrudan devletin kurucularını suçladılar. Şimdi Fransa, Ermeni soykırımı yoktur diyene ceza veririm diye bir karar alınca iç kamuoyunu rahatlatmak için sözde tepki gösteriyorlar.
Avrupa Birliği ekonomik olarak tökezleyince de AB hedefinden vazgeçebileceklerini söylemeye başladılar.
***
Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın da tespit ettiği gibi, “Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için dayatılan üç önemli nokta vardır. Birincisi etnik gruplara önce kültürel, daha sonra politik özerkliği veya federal bir yapıyı kabul etmesidir. İkincisi, devletin bu süreci durdurması halinde veya Türk vatandaşlarının devletlerini kaybettiklerine inanmalarından dolayı tepki göstermeleri durumunda ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesi ve parçalanmasıdır. Üçüncüsü, bir iç savaştan sonra devletin yeniden şekillendirilmesi ile federal bir Türkiye’nin kurulmasıdır.”
Acı olan şudur ki Türk toplumunun asli unsuru olan Kürtler ve Aleviler’i azınlık gibi gösterenler arasında iktidar mensupları da vardır.
***
Tabii bir de meselenin ABD ayağı vardır. ABD, Avrupa Birliği ile sözleşmiş gibi aynı baskılarda bulunmakla kalmamış, Türkiye topraklarında Ermenistan ve Kürdistan devletleri kurulmasını öngören Wilson prensiplerini ve Sevr maddelerini hayata geçirebilmek için daha somut projeler uygulamıştır. Mesela Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde çizdikleri haritalarda, Türkiye’yi parçalanmış göstermektedirler. Üstelik projenin eş başkanlığı görevini Türkiye’nin Başbakanı’na vermişlerdir. AKP’nin kuruluşunda gönderdikleri memorandumda da “Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya, bütün hükümetlerden bunu istemektedir. Bu memoranduma göstereceğiniz ilgiden dolayı takdirlerimizi sunarız...” demişlerdir.
Tamamı 3,5 sayfa olan bu gizli metin, hemen hemen aynı ifadelerle AKP’nin parti programı haline getirilmiş ve programa “Partimiz merkeziyetçi devlet anlayışından vazgeçilmesini öngörür. Partimiz küreselleşmenin gerektirdiği yapısal dönüşümlerin kaçınılmazlığını ve en az maliyetle gerçekleştirilmesini savunur. Partimiz, eğitim hizmetlerinin yerelleşmesinden ve özelleştirilmesinden yanadır. Temel eğitim hizmetlerinin verilmesi, pilot uygulamalarla merkezi idarenin taşra birimlerine ve yerel yönetimlere aktarılacaktır. Çağımız bir yönüyle küreselleşme çağı, diğer yönüyle yerelleşme ve yerel yönetimlerin devlet sistemleri içindeki ağırlıklarının arttığı bir çağdır” ifadeleri yazılmıştır.
Yani iktidar bugüne kadar ABD ve AB ne istiyorsa onu yapmıştır. Libya ve Suriye politikasında da böyledir..
Şimdi Fransa’ya karşı göstermelik yaptırımlar uygulamak da Türk Milleti’ni oyalamak anlamına gelmiyor mu?