Gençliğe hangi rejim bırakılacak?..
Şu kısacık, hep yaşam mücadelesiyle geçen ve de çoğu zaman kahırla ezilen yorgun dünyaya reva görülenlere bakar mısınız?..
Bizler her şey normalmiş gibi yaşayıp gidiyoruz ama dünyayı kendince şekillendirmeye çalışan acımasız insanlık, yerkürenin bazı bölgelerinde neler yaşıyor ve rejim kaygısı duyan Anadolu'ya neler enjekte etmeye çalışıyor acaba?..
Bıkkınlık getiren ve artık medyada izlemekten bile kaçındığımız korkutucu manzaralar ne yazık ki en masum ve en duyarsız zihinlerde bile öfke nöbetleri yaratıyor, insanlar ise çaresizce olanlara sırtını dönmek zorunda kalıyor...
İşte bizi, yani yaşadığımız toprakları da zaman zaman şiddet ve terörle içine almaya çalışan ürkütücü "tehdit" tablosunun bitmeyen ve Türkiye için de pusuda bekleyen sinsi vahameti;
Barbarlık, öfke ve cehalet kıskacında, sanki zulmün sonsuz ihalesini almışçasına, hiç durmayan vahşet, ne yazık ki insafını tamamen terk etmişçesine, bildiğini okumaya devam ediyor yanıbaşımızda!..
İşte merhametini mezara gömmüş o "vahşet" zinciri, son 40 yıldır çevremizde, yani coğrafi sınırlarımızın dört bir yanında ateş kusan bir canavar gibi ortalığı yakıp yıkıyor ve insanlığa hiç bıkmadan-yorulmadan zulmetmeye devam ediyor...
Üstelik bir şiddet zinciri Orta Doğu'dan Afrika'ya, oradan da Afganistan'a ulaşmakla yetinmiyor, ihraç edilen terör (bombalı saldırılar ve intihar eylemleriyle) Avrupalarda bile insanlığı hep korku ve tehdit altında tutmaktan çekinmiyor...
***
Rant savaşının köleleri!..
Heyhat... Hep ama hep, işte yalnızca o geri kalmış coğrafyalarda (Irak'ta, Libya'da, Suriye'de) bebek ninnileri anaların ağıtlarına karışıyor, insafsızlığın ölümlerinde ne yazık ki acımasızlık ve merhamet de utanmadan kol kola yürüyebiliyor!..
Ve insanlar ve çoğu da belki masumlar, ama nedense hep orada ölüyor... Boş yere, hiç yere, yok yere ölüyor insanlar!..
Birileri krallığını, zalimler rantını, taşeronlar ise paylarını daha da büyütsünler diye ölüyor insanlar...
Israrla vurguluyoruz ve dikkat çekiyoruz ya; İşte gericiliğin, sefaletin, yoksulluğun en önemlisi de din sömürüsünün rant savaşlarına da alet edildiği en yakınımızdaki karanlık coğrafyalarda çoğu kez "masum"lar ölüyor ve hiç bir zaman arkalarından ağlayan da olmuyor...
Çünkü dünyada çaresiz ve boş yere ölümlere alışık olmuş; Şiddetin sıradanlaştığı, katliamların neredeyse "kader" sayıldığı ve ağa-şeyh-kral-köle çıkmazında insafsızlığın hiç bitmediği, yıkımların ise hiç durmadığı bir coğrafyadır dikkat çekilen viraneler...
Hiç unutmayınız (daha geçen yıllarda yaşanan intihar saldırıları da) gösterdi ki; Bize, yani Türkiye'mize de, şiddet şarapnelleriyle adeta korku saçılan, tehdit yağdırılan topraklardır yanıbaşımızdakiler!..
***
İnsanlığı vuran karanlık...
Biz insanlığı ve en önemlisi de şu karanlık coğrafya kuyusunun yakınında, "laik rejim" yapısıyla Türkiye'yi de tehdit eden vahametle ilgili nasıl bir tablo çizersek çizelim, "asıl soru" hiç çıkmıyor akıllardan;
Söyler misiniz; Orta Doğu'nun yıllardır kan kokan, o sisli ve kahredici manzarasına bakınca neler geliyor insanın aklına?..
Şiddetin yerle bir ettiği, duvarları kana bulanmış, sahipsiz kentlerin isyan eden enkazlarına bakınca içinden neler geçiyor alçakça zulmeden insafsızlığın?..
Ve her tarafında zihinsel çöller de vardır cehalet savaşlarının;
Kum yığınlarının altında toplu mezarların oluşturduğu çöllere bakınca ve öfke taşıyan toz bulutları ellerini gökyüzüne açmışçasına dağılıp giderken rahat nefes alabiliyor mu pervasız insanlık?..
Ya kurşunların sesinden, bombaların öfkesinden, dahası insanlığın bitmeyen, büyüyen, vuran-yıkan, zulmünden eziyet çekmiş sokaklar, caddeler, meydanlar ne haldeler acaba?..
Viraneye dönmüş mazlum köylerle tarumar olmuş eski şehirlere bakınca insanoğlu ne diyor ki, sefil olmuş manzaraların ölüm kokan yansımalarına?..
Ne yazık ki hiç ama hiç bitmeyen, her yerden, her ülkeden ve her mezardan (!) duyulan çığlıklar ve de "imdat"lar var oralarda...
O halde, bitmeyen susmayan, yorulmayan; O zalim, o esaret dolu ve insafsızca sürdürülen etnisite ve mezhepsel çatışmaların hep ürküten seslerinin ebedi yankılar oluşturduğu vadilere, dağlara, geçitlere ve kan akan nehirlere bakınca neler duyuyor "insanım" diyen canlılar acaba?..
***
Şimdi teyakkuz zamanı...
Bazen kötüyü, tehdidi, karanlığı göstermenin tek amacı cehaletten ve kullanılmaktan da kaynaklanan şiddetin sonuçlarını dışa vurmayı amaçlamaz...
Çünkü bazen vahamet tablolarına vurgu yapmak, gelecekte, belki de çok yakında sizi, bizi, ülkeyi ve en önemlisi de "rejim"i tarumar edebilecek bir sinsi tehdide dikkat çekmeye de hizmet eder...
İşte tam da bu sırada asıl mesele ısrarla öne çıkar... Söyler misiniz, "özellikle" son 16 yıldır kaç kez sarsıldı cumhuriyet rejimi?.. Kaç kez hedef alındı Atatürk ve silah arkadaşları?..
Kaç kez sırtından vuruldu Aydınlanma'nın ışığı, kaç kez duyduk "laiklik tehlikede değil" gafletini, kaç kez yüreğimizi yaktı "laiklik Anayasa'dan çıkartılsın" ihaneti ve de kaç kez işittik "laik rejim yıkılacak elbet" alçaklığının kin dolu çığlıklarını?..
24 Haziran'da seçim olacak ya bu ülkede?.. Neredeyse herkes "bu seçim, rejimin son dönemecidir" diye kaygısını dile getiriyor, kitleleri uyarıyor ve adeta "imdat" dercesine "teyakkuz" istiyor da, toplumun çoğunluğu gelecek kaygısının ve yarınları vuracak karanlık tehdidin ne kadar farkındadır acaba?..
Lafı yine de uzatmayalım; Çevremizdeki manzara ve içinde bulunduğumuz ahval ve şeraiti resmettik de, "asıl soru" sorulmadan geçilebilir mi?..
Söyler misiniz; Atatürk'ün geleceği teslim ettiği ve onlara bu uğurda "19 Mayıs" gibi bir bayramı da armağan ettiği çocuklarımıza nasıl bir rejim bırakacağız acaba?..
Yandaş çukurunda zırva korolarının cirit attığı "televizyon"ların kumandalarıyla "gazete" denilen yalan paçavralarını bir tarafa atın da, yukarıdaki yaşamsal soruyu düşünün işte... Hadi kolay gelsin...