Gelir Ergeç-Yılmaz Gruda...
Öyle çok yetenekleri var ki Yılmaz Gruda'nın... Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, şair, oyun ve roman yazarı ve de çevirmen...
Gruda, yeni bir Novella'ya imza atmış "karşı roman" tarzı ve savıyla... Novella, bilenler bilir, uzun hikâye ya da kısa romandır, Azerbaycan ve eski Sovyet cumhuriyetlerinde "Povest" diyorlar bu türe. Azerbaycan'da bu türde yapıtlardan bir dolu var.
Novella ya da Povest tamam da, bu roman öyle bilindik romanların kurgusunda, biçeminde ve de biçiminde değil. Tüm anlatım diyaloglarla yürüyor. Kişileri simgesel, gerçek kişiler yanında nesneler de var işin içinde. Yazar, arka kapak yazısında "Bu novella, kimi nesneleri, kavramları adam'a yazdı/adamdan saydı" demekte. Bir başka biçimde söylersek, Gruda, sözden vakalar yaratıyor, imgeden kurgular.
Ve tatlı tatlı dalga geçiyor birikimini konuşturarak, eski kültürümüze ve sokak diline olan egemenliğini işleterek bir Osmanlı Efendisi ağzıyla yapıyor bunu. Düzeyli ve düşündürücü bir gülmece de doğuyor bütün bunlardan.
Buraya kadar dediklerimi örnekleyecek bölümler sunayım kitaptan:
"-Hayırdır?.. Kaç gecedir, köprünün üzerinden, bir caniplere muttasıl atf-ı nazâr eyliyorsun!
-Sana... lisanınla söyleyeyim: Sana atf-ı nazâr eyliyorum!
-Buralara kadar azimet eylemene lüzum yoktu!.. Siz şeytanın iğvasına gelip, Cennet'ten Cenâb-ı Hak tarafından tardedildikten beri... şeksiz-şüphesiz Cenâb-ı Allah'a şirk koşmuyorum... vaziyyetim bu kelâmı söyletiyor... ben, bu iki kapılı dünyanın her ânında, her zemininde, her cenahında mevcudum!
-Biliyorum... Hem de nasıl biliyorum! Mevcutsun amma... bizimkilerin 'canavar' dedikleri trafiğin az olduğu saatlerde, sana şöyle bir bakayım dedim!"
"-Hoppala değil! Kesin 'vakıa!'.. Eksiğimiz ummanda damla... Nüfusun, nerdeyse dörtte dördünü kapsıyoruz... Cega baytımız Allah Allah!... Ekranlarımız enva-ı çeşit... İncelik desen, cıgara kâadı!..
-Kes bu faturalı'ya çağıran sistemlerin reklam ağızlarını! ('akıllı telefon' adlı bölümden.)"
Toplumsal, devletsel çarpıklıkları ve çapsızlıkları, güdüklükleri bu toplumun unuttuğu ince alayla eleştiriyor Yılmaz Gruda, halk deyimleri, unutulmuş, kullanımdan kalkmış eski deyimleri (kimilerini de günümüzün kılığına sokarak) ustaca metnine yerleştirmiş. Bu da yapıtına belirgin bir varsıllık ve işleklik katmış. Bektaşi ve Nasrettin Hoca fıkralarının en hasları da girmiş bu karşı romana.
Bu romanı tüm gazetecilere de tavsiye ediyorum, çünkü bir Halit Çapın ağzı ve tadı gördüm, insan ve toplumsal gidişat manzaraları yansıtacak gazeteciler yararlanmalılar mutlaka.
Evet bağlıyorum sözü: Son yıllarda, anlatı boyutlarını aşan çok az roman okudum, bu roman bu aşımın ses duvarlarını da aşan bir roman.
Son bir paylaşım tattırayım "Fono-Telgraf" adlı bölümden, bakınız ne tatlı dalga geçiyor yazarımız:
"Bu, şu demek: Bir sözcüğü tam/doğru yazdırabilmek için, her harfi nerdeyse alfabeyi kodlamaktan, deyim yerinde, anamız ağlıyor!.. Yok; Ana'nın a'sı! Yok Baba'nın ba'sa! Mama'nın ma'sı!... Olmadı mı... ki olmuyor... başlıyorsun ülkenin bütün illerini kodlamaya!.. Ha, bir de yasakların var: O sözcüğü söyleyemezsin!.. Mutlaka söylemen gereken, o yasak dediğin sözcüğün, eskilerin deyimiyle, muadilini aramaktan, sözlük'lerle cebelleşiyorsun!.. Bu mu basit dediğin?"