Faşizme karşı omuz omuza...
50, bilemedin 100 kişiydiler;
Yumrukları havada, -aklı selim kimsenin itiraz etmeyeceğini düşündüğüm- “malum slogan” la yürüyüşe geçtiler:
- Faşizme karşı omuz omuza!
Sonra bir kız çocuğu çıktığı karşılarına;
Onun da yumruğu havada.
O da, kendi manifestosunu ilan etmek istedi Kadıköy Meydanı’nda:
- Mustafa Kemal’in askerleriyiz!
O, 50-100 kişi bir anda “kendileri gibi düşünmeyen” o kız çocuğuna yöneldi, diklendi;
100’e 1; orantısız tehdit!
Kim “faşist” şimdi?
“Faşizme karşı omuz omuza”, kim, kimle mücadele etmeli?
***
Adımdan olduğum kadar eminim ki, o kız çocuğu “Atatürk”te birleşmekten değil de “Öcalan”la bölmekten yana olsaydı; manşetlerin büyük bölümü yıkılırdı... Günler, geceler boyu ekran ekran kınanırdı:
- Açılıma darbe vurmak isteyen karanlık odaklar yine iş başında sayın seyirciler...
- 23 yaşındaki üniversiteli kız, Kadıköy’ün göbeğinde ırkçı bir grubun linç girişimine uğradı sayın seyirciler...
Kaldı ki , “yok sayılmakla”, “arada kaynatılmak”la “kurtardığı” için -şikayet ne haddine(!)- yatıp kalkıp şükretmeli! “Faşizme karşı omuz omuza” verdiklerini ilan ederken ellerinde ırkçılığın da, faşizmin de, katlin, vahşetin ve her türlü insanlık suçunun da daniskasına imzasını atan Öcalan’ın posterlerini taşıyan “sözde öğrenci” gruba karşı çıktığı için saldırıya uğrayıp, üzerine “saldırgan” olarak da yaftalanabilirdi.
Olmamış şey değil; hatta daha yeni, bir iki gün önce yaşandı çok daha trajik bir örneği:
Marmara Üniversitesi’nde uğradığı saldırıda yaralanan ülkücü genç hastanede can çekişirken; haber metinleri “ülkücü saldırganlar”, “eli satırlı ülkücü grup”, “faşist saldırı” vurgularıyla bezendi.
Doktorlar Mustafa’yı uyutuyordu; medya koca bir ülkeyi!
Ülkücü olduğu bilinen bir gencin, bir üniversite öğrencisinin, üniversitede, sol göğsünden, kalbinin hemen altından bıçaklandığı, Türkiye’den saklandı!
Bir tek televizyon kanalı bile ameliyata alındığı hastanenin önünden “Mustafa yoğun bakımdan henüz çıkabilmiş değil sayın seyirciler” diye başlayan anonslar geçmedi... Bir tek gazeteci, spiker, yorumcu, her şeyi bilen adam/kadın çıkıp da “dualarımız onunla” demedi mesela... Hiç kimse -ne demek kalbinden bıçaklamak- cana kast eden bu katiller kimdir, nedir, üniversiteye nasıl girmiştir sorgulamadı!
Terör örgütü yanlıları/mensupları, masum masum elma şekeri yerken mahallenin “çamur tipleri” tarafından ezilen, dövülen “zavallı” çocuklarmış gibi; sizin, bizim dişimizden tırnağımızdan artırdıklarımızla okutmaya çalıştığımız çocuklarınız, çocuklarımız da şehir eşkıyası gibi konumlandırıldı; “her zamanki öğrenci kavgalarından biri” varsayılmasına çalışıldı, “dosya” el çabukluğuyla kapatıldı.
Sahi, Mustafa’ya kim saldırdı?
Üniversitelerin her yanını donattıkları “güvenlik” kameralarına bakıldı mı mesela; soda şişeli, taşlı, sopalı, bıçaklı saldırganların öğrenci olup olmadıklarının tespiti yapıldı mı?
Öğrenci değillerse, üniversiteye nasıl girdiklerine, girebildiklerine dair bir soruşturma başlatıldı mı mesela?
Mesela o “saldırganlar” arasında KCK sanığı var mı?
Ya da daha net sorayım;
Mustafa’yı bıçaklayanlardan kaçı KCK sanığı?
Polisin neredeyse “kuşatma” altında tuttuğu; o derece alarmda olduğu gün terör örgütünün şehir uzantıları, hem de onca “cephane!” ile üniversiteye nasıl sızdı?
Üniversitelerde milli hassasiyetleri yüksek olduğu bilinen öğrenci gruplarıyla, öğrenci olmayan, “bindirilmiş bölücüler” karşı karşıya getirilirken ne amaçlandı?
Bu sorular da önemli ama kendi adıma hem üniversite yöneticileri hem de “güvenlik-emniyet” görevlilerinin cevaplandırmalarını istediğim “öncelikli” soru başka:
O rektör “Ya Mustafa benim oğlum olsaydı...” diye kendi kendisine bir sorabilir mi acaba?
O polisler “Ya adı anons edilen benim çocuğum olsaydı...” diye sorabilirler mi?
Yerde kanlar içinde bulduğumuz bizim çocuğumuz olsaydı?
Tamam “bakan evladı” olmayabilirler ama “vatan evladı” her biri! Ve anaları “yem” olsunlar diye doğurmadı hiçbirini!
***
Velhasıl;
Belli ki sizin elinizde bir “kaos planı” var...
Velakin;
Bizim evimizde size verecek “figüran” yok...