Eylemlerin özü: 'Kötü ruhları kovma seansları'
Çetin Haspişiren, “Herhangi bir ülkede birileri, o ülkeyi parçalara ayırmaya ve meşru düzeni yok ederek yeni bir düzen kurmaya niyet etmiş ve bu yolda yürümeye başlamışsa artık o kişilerden insaf, merhamet, dürüstlük ve insanlık beklemek aptallığın daniskasıdır. Her türlü hile ve yalan onlar için mübahtır” diyor.
Bülent Esinoğlu da “İç yıkıcılıkta, sınırsız yetki var mıdır?” başlıklı yazısında “Siyasi iktidar halka rağmen iktidarda kalabilmek için her yola başvurabileceğinin işaretlerini veriyor. Gezi direnişinin kendisini perişan ettiğini ve bu kötü durumdan çıkması için, ’daha ezici’ tedbirler alması gereğini düşünüyor” analizinden sonra MİT’e, iç tehdide karşı gerekirse insan öldürme yetkisi veren tasarının, Endonezya’da 1965 yılında CIA desteğiyle yapıldığı gibi Türkiye’de de bir kitlesel kıyım hazırlığının işareti olup olmadığını soruyor. Esinoğlu, “Türk halkı artık, ne 1965’deki Endonezya halkıdır, ne de bundan bir ay önceki, Türk halkıdır” diye bitiriyor.
***
Meselenin biyosfer ile ilgili boyutunu Dr. Ali Ercan gündeme getiriyor: “Buzullar erimeye devam ediyor, iklimlerin olumsuz değişimi insanlık için çok yönlü felaketler serisini tetikleyebilir. Tüm dünyada bu duruma sebep olan küresel sosyo-ekonomik sisteme öfke duyan gençlerin, hayati tehlike karşısındaki doğal, içgüdüsel tepkisi sokaklara meydanlara dökülüyor. Bu tepkiler 68 kuşağının ’özgür hayat’isteminden daha da öte ve temel nitelikte bir istemdir: ’Biyolojik hayatı sürdürebilmek’ istemi...”
Büyük Türkolog Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun ise “Direniş ve kolektif bilinç altı” başlıklı önemli yazısında, Türklerin Atatürk’e bağlılıklarını, Anıtkabir’i büyük kalabalıklar hâlinde ve sık sık ziyaret edişlerini, bayraklarına Atatürk resmini eklemelerini, “atalar kültü” ile açıkladıktan sonra, tencere tava çalmak eylemleri ile ilgili olarak da “Türklerin şamanlık dönemlerinde bir takım şeyler çalarak ses ve gürültü çıkarmak, kötü ruhları kovalamak için uygulanan bir âdetti. Güneş ve ay tutulunca kap kacak çalmaya devam ediyoruz. Eh memleketin bugünkü hâline bakınca bundan âlâ güneş tutulması mı olur, diye sorasınız gelmiyor mu?” diye sormuştu.
Ben de bir televizyon programında Atatürk’e “ayyaş” denilerek yapılan saygısızlığın Türk Milleti’ni derinden etkilediğini, Atatürk sevgisinin ve Atatürk’ün dil ve tarih politikasının oluşturduğu kültürel iklimin bugünkü nesillerin neredeyse DNA’larına girmiş olduğunu, bunu değiştirmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini anlatmıştım..
***
Bir ABD projesi olarak kurulan AKP’nin icraatları, sonunda hangi güncel ideolojiye mensubiyet duyarsa duysun bütün Türklerin bilinçaltını harekete geçirmiştir. Taksim Gezi Parkı’nda başlayıp tencere tavalar ile birlikte kadınların da eylemi haline gelen bu gösteriler, Türk siyasetinden kötü ruhları kovma seanslarıdır. Tayyip Erdoğan, bu gücün önünde durabilmek için yine İslam dinine sarıldı ama Allah zalimleri sevmez... Ülke genelinde protestoculara yönelik şiddet artık zulüm boyutlarını bile aşmıştır...
Erdoğan’ın milli irade kavramına sarılması da aldatıcıdır. İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, hukuk felsefesi bakımından durumu şöyle izah ediyor:
“Milli irade, artık aşılmış bir teoridir. Rousseau’nun bu teorisini tarihte en çok kullananlar Hitler ve Mussolini olmuştur. Rousseau’ya göre, seçimlerden sonra yüzde 49, yüzde 51’e iltihak eder. Fakat, Fransız devrimi bunun yerine milli egemenlik teorisini getirmiştir. Seçim sonuçları milli iradeyi göstermez. Yine ’yüzde 50’yi evde zor tutuyorum’söylemi milli iradeye en büyük saygısızlıktır. Bu söz, seçmeni kendi askeri gibi görmenin sonucudur. Seçmen, kimsenin kapıkulu veya askeri değildir.”